Epiktetos - DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER
Hayatı:
Milattan sonra 55 yılında Phrygia (Frigya)’da Hierapolis’te (Şimdiki Pamukkale yakınları) doğduğu rivayet edilen bir Yunan filozofudur.
Çocukken Roma’da İmparator Neron’un azatlısı Epaphroditos’a satılmış bir köle idi. Asıl adı bilinmediği için Yunanca “satın alınmış adam-köle uşak” anlamına gelen “Epiktetos” olarak adlandırılmıştır.
Epiktetos, Roma’da felsefe okuma imkânını bulmuş, kölelikten kurtulunca felsefe öğretmenliği yapmış, 90–94 yıllarında Roma imparatoru Domitianus bütün filozofları yurdundan kovunca, Nikopolis’e gitmiş orada Stoik felsefe (stoacılık, stoik felsefe, acılara göğüs germe, metin olma) ilkelerini öğretmeğe başlamıştır. Yokopolis’te yokluk içinde yaşamış ve burada ölmüştür.
Eserleri:
Hiçbir yazılı eser bırakmamış, fakat büyük bir etki yapmıştır. Kendisini seven birçok öğrencileri olmuş, bunlardan İzmitli Finvius Arrianus, Epiktetos’un öğrettiklerini “Düşünceler-Epiktetos Elkitabı” adıyla sonradan kitap halinde toplamış ve böylece felsefesi hakkında bilgi edinmek mümkün olmuştur. Gerçekte Epiktetos’un eseri sekiz kitaptan oluşmasına karşın günümüze kadar ancak dört kitabı ulaşmıştır. Epiktetos’un, bu eseri daha çok ahlaki öğütlere ayrılmış bir söyleşi türündedir. Cynic (Kinik) Okulu mensuplarının uyguladığı türde kurmaca bir muhatapla diyaloglar biçiminde, kendisini tutkuların kölesi olmaktan kurtarıp doğaya uygun biçimde yaşamakla yetinerek bilgece esenliğe ulaşmak için öğrencilere yöneltilen konuşma metodunu kullanmıştır.
Felsefi Görüşleri:
Epiktetos’un felsefesinin ana hatları kısaca şöyledir: Tanrı’ya güvenmek, vicdanın sesini dinlemek ve insanların kardeşçe yaşamaları esasına dayanmaktadır. Kendisine, bilge kişi olarak Sokrates ile Diogenes’i örnek alan Epiktetos, temelde ahlak ile ilgilenmiş ve gerçek eğitimin, tümüyle bireye ait olan tek şeyin bireyin iradesi ya da amacı olduğunu kavramaktan başka bir şey olmadığını iddia etmiştir. Ona göre insan, iradeden bağımsız olan iyi ya da kötü hiçbir şey bulunmadığını öğrenmeli ve olayları öngörmeye veya yönlendirmeye kalkışmayıp sadece onları anlama çabası göstermelidir. Epiktetos’a göre insana kendisinden başka birisi zarar vermez. Epiktetos’un mesajı yönetici sınıfa değil daha çok orta sınıfadır. O, insanı, Tanrı’dan başka insanları da içeren büyük bir sistemin üyesi olarak görmüştür. Ona göre insanlar akıllı yanlarıyla Tanrı’nın çocuklarıdırlar ve kendilerinde tanrısal öğeler taşırlar. Epiktetos’un ahlak felsefesinin temelinde genel olarak şu iki kural dikkat çekmektedir:
a-İradenin dışında, iyi ya da kötü olan hiçbir şey bulunmadığını kabul etmemiz gerekir.
b-Olayları öngörüp yönlendirmeye çalışmak yerine, onları sadece bilgelikle kabul etmeliyiz.
Önemli Not
Hazırlanan kitap rahmetli Burhan Toprak Hocamızın milletimize kazandırdığı tercümeden hazırlanmıştır. Düzenlemede daha faydalı olur düşüncesiyle dağınık fikirler, eş-benzer metinler olarak peşpeşe konularak konu başlıkları altında toplanılmıştır. Bu şekilde olunca asıl tercüme ile bağlantı sadece paragraf şeklinde kalmıştır.
Ayrıca kitaptaki İslâmî literatüre uygunluk sağlanmıştır. Çünkü Epiktetos’un eseri hakikat ve hikmet üzere tertip edildiği halde içinde çok az miktarda olsa da Roma döneminin baskıcı tutumu yüzünden olan tahrifat ve daha sonraki dönemlerde Hristiyanlar tarafından yapılan itikadi sapmalar kararınca düzeltilmiştir. Bu şekilde okuyucunun hikmetlere karşı inanç ve sevgisi sağlanması düşünülmüştür.
Epiktetos’u rahmet ve iyilikle anıyoruz.
İhramcızâde İsmail Hakkı
DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER
AHLAK
Şimdiden sonra kendine yalnızken de olsa, başkalarıyla birlikte iken de olsa, asla değişmeyecek bir seciye ve her vakit itaat edeceğin ahlâk kanunları bul.
*İnsanın gerçek asaleti faziletten gelir, doğuştan değil.*
*Pek çok zahiresi olduğu halde yiyemediği için zayıf, cılız kalan kimselere benzeriz. Güzel ahlâk kaidelerimiz vardır. Fakat bunlar lâf etmek içindir, tatbik etmek için değildir.Hareketlerimiz sözlerimizi yalanlar. Henüz adam değiliz. Filozof rolü oynamak isteriz. Yük bizim için çok ağırdır. Bu hal tıpkı ski kiloluk yükü taşıyacak kuvveti olmayan bir adamın Aias’ın taşını yüklenmeğe girişmesi gibidir.
Sende her biri yapılması lâzım gelen vazifeleri gerektiren birtakım meziyetler vardır. Sen bir insansın; bir dünya vatandaşısın, Allah’ın kulusun ve bütün insanların kardeşisin. Bunlardan başka bir Senatörsün yahut daha başka bir makama sahipsin. Genç yahut ihtiyarsın. Ya oğul yahut babasın, nihayet bir kadının kocasısın. Bütün bu unvanların seni nelere bağladıklarını düşün ve hiçbirini lekelememeğe çalış.
Servetinin bir parçasını kaybettin. Bunu avunamayacağın bir kayıp sayıyorsun. Fakat vefayı, saffeti, alçak gönüllülüğü bıraktığın vakit bir şey kaybettiğini sanmıyorsun. Hâlbuki serveti kaybettiren irademizin elinde olmayan yabancı bir kuvvettir. Onlara sahip olmamak veya kaybetmek utanılacak bir şey değildir. İç servetimize gelince onu ancak kendi yanlışımız yüzünden kaybederiz. Ona sahip olmamak ayıp ve acı bir şey olduğu gibi sahip olduktan sonra kaybetmek de çok ayıp ve çok acıdır.*
*İnsanlara boyun eğen, ilkönce eşyaya boyun eğmiştir.*
*Senin için bayram günleri, bir azgın isteği yendiğin, kibri, yersiz atılışı, hainliği, dedikoduculuğu, aç gözlülüğü, kötü konuşmayı, israfı yahut seni ezen başka kötü huyları kendinden uzaklaştırdığın yahut hiç olmazsa onların kuvvetini azalttığın günlerdir. Bu günler bir konsüllük yahut bir ordu kumandanlığı aldığın zamanlardan çok kurban kesmene değer.*
*Saffet ruh için ne ise temizlik de vücut için odur. Tabiat bile sana temizliği öğretiyor. Yemek yediğin vakit dişlerinin arasında bir şey kalmaması imkânsız olduğu için, sana suyu vermiş, bir maymun veya bir domuz olmayıp, bir insan olman için sana ağzını yıkamayı emretmiştir. Derimize musallat olan kire karşı sana yıkanmayı, yağlarla uğunmayı, çamaşırı, kaşağıyı sağlamıştır. Eğer bunlardan faydalanmazsan sen artık bir insan değilsin. Tımar ettirdiğin atına, yıkattığın, tarattığın köpeğine candan bakmıyor musun? Bunun için kendi bedenine; atma ve köpeğine ettiğin muameleden daha kötü muamele etme! Senden kimsenin uzaklaşmaması için, onu yıka ve temizle. Zira pis ve fena kokan bir insandan kim kaçmaz? Fakat pis ve kokmuş olmak niyetinde isen: hiç olmazsa yalnız pis ve kokmuş cl ve pislikle yalnız başına kal! Şehirden uzaklaş, göle git, komşularınla dostlarını zehirleme. Sen sadece çirkefsin, böyle iken tükürmenin ve sümkürmenin yasak olduğu mabetlere bizimle gelmeğe mi cesaret ediyorsun?
Kirli, kılığı zindandan çıkan bir katil gibi düşkün ve iğrenç olan bir filozof güzel vecizelerini bana satmağa kalkarsa, beni nasıl kendisine çeker? Bir adamı bu halde bırakan felsefeyi bana nasıl sevdirebilir? Onu dinlemeğe bile cesaret edemem ve her ne bahasına olursa olsun ona bağlanamam. Onun için temiz ve edepli olalım. Aynı şeyleri talebelerim hakkında da söylüyorum. Ben kendisini felsefeye vermek isteyen bir delikanlının pis, saçları yağlı ve taranmamış olarak karşıma çıkmasına tertemiz, efendice giyinmiş olarak gelmesini tercih ederim. Zira bundan; onun güzellik hakkında bir fikri olduğunu, edepli ve efendice şeylere bağlı olduğunu anlamış olurum. Böylece bildiği güzelliğe saygı duyduğu ve dolayısıyla ona öğretilecek güzelliğe de saygı besleyeceği sezilir. O iç güzelliği ki yalnız kendi aklını kullanmaktan ibarettir ve onun yanında beden güzelliği sadece çirkinliktir. Fakat iğrenç, korkunç, kir ve pislik içinde, saçları taranmamış, karmakarışık bir halde ve sakalı göbeğine kadar uzamış olarak karşıma bir insan çıkarsa, hiçbir düşüncesi olmadığı güzellik hakkında ona ne söyleyebilirim? O en güzel çeşmeye kendi süprüntülüğünü üstün tutacak bir domuz yavrusudur.
Bir süre mânevi âlemde ilerlemeni bırakıyorsun ve yolunu bulunca buna yine başlayacağını söyleyerek kendini avutuyorsun, aldanıyorsun! Bugün göz yumulan küçük bir kusur, yarın seni daha büyüğüne yuvarlayacak ve tekrarlanan bu ihmal, senin asla düzeltemeyeceğin bir alışkanlık meydana getirecektir.*
AKIL
*Deliler yola gelmez. Darbımeselin dediği gibi bir deliyi yola getirmektense parça parça etmek daha kolaydır.*
ALDANMAMAK İÇİN
Bir kimsenin şan ve şeref içinde olduğunu, büyük bir mevkie yükseldiğini yahut son derece bolluk içinde olduğunu görerek, hayalinin tesiri altında kalıp onu bu nasibinden dolayı mutlu saymağa kalkma. Zira gerçek özü elimizde olan şeylerde ne açgözlülüğe, ne imrenmeye, ne de kıskanmaya yer kalmaz ve sen de general, senatör, konsül olmak istemez, belki yalnız hür olmak istersin. İmdi bu amaca giden tek bir yol vardır: elimizde olmayan şeyleri küçük görmek!
*Bir hükümdarın yahut büyük bir Beyin himayesi bizi huzur içinde ve her türlü tehlikeden uzak tutmağa yeter. Hâlbuki koruyucu, vasi ve velimiz olarak Allah’ımız var. Niye bu korunma; kaygılarımızı, korkularımızı atmak için yetmiyor?*
*Caesar’ın ordusuna yazılan askerler alışılmış yemini ederler. Bu yemin nedir? İmparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacaklarını, ona her konuda boyun eğeceklerini ve onun için ölümü göze alacaklarını söylemekten ibarettir. Sen ki doğuşunla, Allah’tan aldığın birçok armağanlarla ülûhiyete bağlısın ve onun safları arasında doğdun, bu yemini yapmayacak mısın? Bu yemini yaptıktan sonra ona vefalı kalmayacak mısın? Bu iki yemin arasında ne büyük fark var! Asker, imparatorun esenliğini her şeyin üstünde tutacağına yemin ediyor, sen ise her şeye kendi selâmetini üstün tuttuğuna yemin ediyorsun.*
*Her aldatmaya karşı kendine de ki: «İşte büyük bir savaş, ilâhî olan bir iş.» Burada bahse konu olan hâkimiyet; hürriyet, saadet ve temizliktir. Allah’ı hatırla, onu yardımına çağır, o senin için yardım göndeecektir. Denizde bir fırtına, koptuğu vakit elbette Castor ile Pollux’ü imdada çağırırsın. Oysaki istek senin için daha tehlikeli bir fırtınadır.
* Niçin Stoisyen oluyorsun? Hareketlerinin gerektirdiği adı al, sana uygun olmayan ve lekeleyeceğin adı alma. Stoisyen’lerin prensiplerini, ileri sürmekle geçinen birçok insanlar görüyorum. Fakat Stoisyen görmüyorum. Bana bir Stoisyen göster.Bir tane istiyorum. Stoisyen yani hasta iken mesut, tehlike içinde mesut, can verirken mesut! Bu tam Stoisyen’i bana gösteremezsen hiç olmazsa yola girmiş bir Stoisyen’i bana göster. Bu büyük gösteriden henüz zevk duyamadığımı söylemeğe mecbur olan benim gibi bir ihtiyarı bundan mahrum etme. Bana Allah’ın iradesine uymak istiyen, Tanrıdan ve İnsanlardan şikâyet etmeyen, asla arzularında mahrum olduğunu görmeyen, hiçbir şeyle yaralanmayan, ne tamahı, ne öfkesi, ne kıskançlığı olan bu geçici bedende Allah’la gizli bir alış verişi sürdüren ve insan kılığından soyunarak Allah olmak isteyen adamı bana göster.*
*Bir nota, bir keman ve bir yay satın alınca insan kendisini müzisyen sanır mı? Fakat sen kendini uzun bir sakalın, bir heyben, bir değneğin ve bir çulun olduğu için filozof sanıyorsun. Dostum elbise mesleğe uygundur. Fakat adı veren elbise değil sanattır.
Euphrates’in uzun zaman kendisinin filozof olduğunu saklamakla çok rahat ettiğine dair söylediklerini hatırla. Çünkü bu davranışı ile insanlara gösteriş olsun diye bir şey yapmadığına ve her şeyi Allah için ve kişiliği için yaptığına vicdanını inandırmakla beraber yalnız başına savaştığı için yalnız şahsını tehlikeye atmanın; ne soydaşını, ne de kendisinin istemiyerek yapabileceği yanlışlıklar yüzünden felsefeyi tehlikeye koymamanın tesellisini elde etmenin ve nihayet elbisesinden çok hareketleriyle filozof tanınmanın gizli zevkini tatmıştır.
Öyle kör insanlar vardır ki Vulcauus’u bile bir külahı olmasaydı iyi bir demirci saymayacaklardı. Bu yüzden o kadar aptal bir hâkim olan ve insanları ancak işaretleri, ayırıcı alâmetleri ile seçen kalabalık tarafından anlaşılamamaktan şikâyet etmek ne büyük aptallık! Sokrates bu yüzden insanların çoğuna meçhul kalmıştır. Ona giderler ve kendilerini bir filozofa götürmesini rica ederlerdi, o da götürürdü. Onu bir filozof saymamalarından asla şikâyet etmiş midir? Hayır, onun alâmeti yoktu ve filozof görünmeden filozof olmakla bahtiyardı. Ondan daha filozof kim gelmiştir? Sen de öyle ol: felsefe; sende ancak hareketlerinle görünsün.*
ALLAH TEÂLÂ’YI BULMAK
*Caesar’ın gladiotorları arasında dövüşmediği için ümitsizliğe düşen, bu aylaklıktan kurtulmak için Allah’a adak götüren ve halkın önüne çıkmayı en büyük şeref sayan kimselere her gün rastlanır. Hâlbuki aramızda Allah’a olan sevgisini göstermek için fırsat arayan kimse bulunmaz.
Allah seni şahit olarak çağırır ve sana sorar: «İradeden başka bir yerde iyilik ve kötülük olmadığı doğru mudur? Bir kimseye zararım oldu mu? Herkese faydalı olacak şeyleri herkesin iktidarına vermedim mi?» Buna sen ne cevap verirsin?
«Rabbim, şüpheli bir durumdayım. İstırap ve felâket içindeyim. Kimse bana bakmıyor. Kimse bana yardım etmiyor. Herkes beni yeriyor, herkes bana küfrediyor ve ben insanların kusmuğu bir varlığım.»
Kendisinin büyüklüğünü tasdik etmek üzere seni şahitliğe çağırmak şerefine böyle mi mukabele ediyorsun? O kendi iyiliğinin, hakikatinin, adaletinin bir şahidini arıyordu. Hâlbuki sen onu suçlandıran adam oldun.
Hayatta aşağı yukarı hepimiz evden kaçmış esirlerin tiyatrodaki durumundayız. Bu esirler oynanan piyeslerin zenginliğini görmekle büyük zevk duyarlar. Seyrettikleri trajedinin aktörlerine hayrandırlar. Fakat daima telâş içindedirler. Sağa sola bakarlar ve efendilerinin adı söylendiğini duyar duymaz dehşet içinde kalırlar, hemen kaçıp giderler. Biz de böyleyiz. Tabiatın harikalarına hayran oluruz, bu manzara bizi büyüler. Ama her ân üzüntü içinde yaşarız. Ve eğer efendimizin adını söylerlerse mahvolmuş bir insan durumuna düşeriz.
O halde efendi nedir?
Bu bir adam değildir. Zira insan insanın efendisi olamaz. Bu ölüm, hayat, şehvet, ıstırap, fakirlik yahut servettir. Caesar bile üzerime bunlarla yürümesin, o zaman dayanmamı görürsün! Fakat gürleyerek, aydınlatarak, tehdid ederek bu peyklerle gelirse ve ben korkarsam efendisini tanıyıp kaçan esir de değil miyim? Ama eğer korkmazsam tam hürüm ve kendimden başka efendim yoktur.
Sultanların ve büyüklerin huzuruna girdiğin vakit daha yükseklerde seni gören, seni duyan ve senin daha çok borçlu olduğun daha büyük bir sultanın var olduğunu hatırla.*
Bellenmesi lâzım gelen ilk bilgi ilâhî lütufları ile her şeyi idare eden bir Allah’ın varlığı, yalnız hareketlerimizin değil fakat duygularımızın ve düşüncelerimizin de ondan, saklanmayacağıdır. Bundan sonra onun mahiyetini çözmek gerekir. Mahiyeti iyice bilindiği için ona kendini beğendirmek ve itaat etmek isteyenler bütün gayretlerini zarurî olarak ona benzemeğe sarf etmeli yani hür, vefalı, hayırsever, merhametli ve efendi olmalıdırlar. Bunun için senin de bütün düşüncelerin, sözlerin, işlerin Allah’ı taklit eden, ona benzemek isteyen adamın işleri, sözleri ve düşünceleri olmalıdır.
Hiçbir şey bilmedikleri; en basit anlamlardan bile haberleri olmadıkları halde büyük mevki sahiplerinin her şeyi bildiklerini ileri sürmeleri her zaman rast gelinen bir olaydır. Servet içinde yüzdüklerinden, muhtaç olmadıklarından, her hangi bir şeyden yoksun oldukları akıllarına gelmez. Bu cins insanların en büyüklerinden birine şunu söylüyordum: «İmparator sizi seviyor. En yüksek mevkilere sahip birçok dostunuz ve büyük makamlarla münasebetleriniz var. Bu imkânlarla dostlarınıza iyilik edebilir ve düşmanlarınızı ezebilirsiniz! O da bana «Benim yoksun olduğum, her hangi bir şey var mı?» dedi. «Gerçek saadet için lâzım olan en önemli unsurdan mahrumsunuz. Bu âna kadar size lâzım ve lâyık olan tarzdan başka türlü hareket ettiniz. İşte en köklü mesele: Ne Allah’ın ne olduğunu, ne de insanın ne olduğunu biliyorsunuz. İyiliğin ve kötülüğün mahiyetinden haberiniz yok, bütün bunlardan çok sizi şaşırtacak olan da, kendi kendinizi bilmemenizdir. Ah… kaçıyorsunuz ve sizinle bu kadar açıkça konuştuğum için öfkeleniyorsunuz! Size ne kötülük ettim? Sadece kendinizi olduğunuz gibi gösteren aynayı karşınıza getirdim.»*
ALLAH GERÇEKTEN VARDIR
*Allah Teâlâ, bütün insanları mesut olmaları için yaratmıştır; kara bahtlı oluyorlarsa kendi yanlışları yüzünden oluyorlar.*
*Büyük şeyler değil, hattâ bir üzüm tanesi, bir incir bile bir anda olgunlaşmaz. Eğer bana: «Hemen şimdi bir incir istiyorum.» dersen sana «Dostum, bunun için zaman lâzımdır. Bekle de tane olsun, sonra büyüsün ve nihayet olgunlaşsın!» diye cevap veririm. Oysaki sen ruhların bir atılışta meyvelerini tam olgunlaştırmalarını istiyorsun. Bu doğru mudur?*
*O kadar nankörüz ki, Allah’ın bize ihsan ettiği hârikalar bile bahse konu olsa, bunun için şükretmek şöyle dursun, onu suçlandırır ve ondan şikâyet ederiz. Bununla beraber bir parçacık olsun duygulu ve minnet nedir bilen bir yüreğimiz olsa, tabiatın her hangi bir parçası, hattâ en basiti bile, ilâhî kudreti ve üzerimizdeki lütuflarını duymamıza yetecektir.
*Eğer biraz duygumuz olsaydı yalnızken veya kalabalık içindeyken, bütün hayatımızda, Allaha bize bahşettiği Te ömrümüzün her ânında faydalandığımız nimetler için şükretmekten başka bir şey yapmazdık. Evet, çapa çapalarken, tarla sürerken, yerken, gezerken, kalkar ve yatarken kısacası her hareketimizle haykıracaktık: «Allah ne büyüktür!» Her şey bu ilâhı haykırışla titreyecekti : «Allah ne büyüktür! »Fakat siz kör ne nankörsünüz. Bunun için ihtiyar, topal, fakir ve sakat olmakla beraber bunu biteviye sizin için ben söylemeliyim: «Allah ne büyüktür!»*
*Bülbül yahut kuğu kuşu olsaydım, onların yaptıklarını yapacaktım. Hâlbuki ben bir insanım ve aklım var. O halde ne yapmalıyım? Allah’ı övmeliyim. İşte bütün hayatımda yapacağım şey! Bu iş için bütün insanları da bana katılmağa çağırıyorum.*
*Her şeyi yoluna koyacak olan akıl sapıtırsa onu yoluna kim koyacak?*
*Belli bir gerçeğe inanmaktan seni kim alıkoyabilir ve yanlışı doğrulamaktan alakoyabilir? Seni kim zorlayabilir? Anlıyorsun ki senin kimsenin elinden alamayacağı iraden vardır. Eğer senin hürriyetin elinden alınabilseydi, Allah iyi bir “babanın sana göstereceği ilgiyi göstermemiş olurdu.
Hiçbir kuvvetin hakkından gelemeyeceği adam kimdir? O; tasarılarında sebatlı ve elimizde olmayan her hangi bir şeyin kendisini sarmasına müsaade etmeyen adamdır. O bana göre bir atlettir. Birinci savaşa dayandı. Bir ikincisine dayanabilecek midir? Paraya dayandı. Güzel bir kadına karşı koyabilecek midir? Gündüz halk arasında isteklerine dayandı, geceleyin ve yalnızken dayanabilecek mi? Şan ve şerefe, yerilemeye, övgülere, ölüme dayanabilecek mi? Bütün rahatsızlıklara, her türlü kedere katlanabilecek mi? Bir kelime ile rüyasında bile muzaffer olabilecek mi? İşte benim aradığım atlet!
*Her hangi bir adam başkalarından fazla bir şey olursa veya olduğunu sanırsa ve eğer filozof değilse tabiatiyle gurur ile göğsü kabaracak ve böylelikle kötü yola sapmaktan, kurtulamayacaktır.
Bir müstebit (zorba) bana dedi ki : «Ben mutlak hâkimim ve her şeyi yapabilirim!
Peki elinden ne gelir? Kendi kendine iyi bir ruh verebilir misin? Benim hürriyetimi elimden alabilir misin? O halde gücün neye yeter? Arabanın içinde iken arabacıya bağlı değil misin?
Herkes bana dalkavukluk ediyor.
Fakat bunu sana bir insana yaptıkları gibi mi yapıyorlar? Bana; sana benzemek isteyen, Sokrates’in izlerinde yürümek istedikleri gibi yürümek dileyen ve seni böyle kabul eden bir kimseyi göster!
Ben senin kafanı kesebilirim!
Hakkın var, zararlı Allah’a yaptıkları gibi sana da dalkavukluk etmek ve cin çarpmasına karşı yaptıkları gibi sana da kurbanlar adamak lâzım geldiğini unutmuştum. Onun Roma’da bir sunağı yok mudur? Sen ondan çok bu saygıya yaraşırsın, Çünkü sen daha zararlısın. Fakat senin emrindekiler ve senin bütün gücün ayaktakımını şaşırtıp korkutabilir. Beni asla şaşırtamazsın. Ben ancak kendim sebep olursam meyus olabilirim. Beni boş yere tehdit ediyorsun, sana hür olduğumu söylüyorum!
Sen mi hürsün? Nasıl?
Beni hür yaratan, kurtaran Allah’tır. Allah’ın kulunu senin iktidarına bırakacağını sanıyor musun? Sen benim gövdemin hâkimisin, istersen onu al. Fakat benim üzerimde hiçbir hükmün yoktur.»*
*Felsefe uzun ve zahmetli bir yoldur, deniliyor. Aldanıyorsun dostum. Bu o kadar uzun değildir. Felsefe sana ne öğretmek istiyor? Allah’ın yolunda gitmek, isteklerini düzene koymak, düşüncelerini iyi kullanmak
Bana; Allah’ın, isteklerinin, inançlarının ne olduğunu söyle, işte uzun olan bunlardır. Fakat sana şehveti öğreten filozofların yolu daha mı kısadır? Epikuros sana ne diyor? İnsanın iyiliği bedenindedir. Bana ruhun, vücudun ve baş unsurumuzun ne olduğunu söyle, o zaman göreceksin ki bu, ondan daha az uzun değildir.*
*Filozoflar insanın hür olduğunu söylerler. Demek ki imparatorun otoritesini küçük görmeyi öğretiyorlar.
Hayır. Hiçbir filozof halkı devlet başkanına karşı isyan ettirmeği veyahut iktidarı altında bulunan her hangi bir şeyin onun elinden alınmasını istemez. Buyurun iste Dedenim, iste servetim işte. şöhretim, işte ailem hepsini size veriyorum, alınız ve eğer size rağmen her hangi bir kimseye bunları ellerinden bırakmamasını öğretiyorsam ben; öldürünüz, ben bir âsiyim. Benim insanlara öğrettiğim bunlar değildir. Ben onlara yalnız inançlarında hürriyeti korumalarını öğretiyorum ve Allah da yalnız bunlara hâkim olmaları için onları yaratmıştır.
Ülühiyetin en doğru, en kuvvetli, en çok ayaklar atına alınamayacak kanunu daima zayıfın kuvvetliye boyun eğmesi ve akılla onu yenmesidir.*
*Allah’ın mahiyeti nedir?
Zekâ, bilgi, düzen ve akıldır. Ancak onda gerçek iyiliğinin ne olduğunu böylelikle öğrenebileceksin!
Asil bir aileden doğmuş isen, o kadar asaletin ile doluşundur ki bundan bahsetmekten bıkmazsın, herkesi serseme döndürürsün. Fakat Allah yaratandır ve o senin içindedir. Bu asaleti unutursun, nereden geldiğini ve içinde ne taşındığını bilmezsin. Halbuki hayatının bütün hareketlerinde hatırlaman lâzım gelen budur. Her an kendi kendine de ki: «Beni yaratan Allah’tır ve Allah benim içimdedir, onu her gittiğim yere götürüyorum. Onu niçin utandırıcı düşüncelerle bayağı hareketlerle ve alçakça isteklerle kirleteyim?»
Allah’ın varlığı veya kudreti karşısında ahlâksızca bir hareket yapmamağa dikkat edersin; o seni görür ve duyar. Öyle ise huzurunda onu üzecek hayâsızca şeyleri düşünmekten utanmıyor musun?
Ey Allah’ın düşmanı!
Ey kendi mahiyetini unutmuş alçak!
Fidyas’ın bir heykeli meselâ Minerva’sı yahut Jüpiter’i olsaydın ve biraz da duygun olsaydı seni yaratan ustayı hatırlayarak ona ve sana yaraşmayan bir şeyi yapmamağa, her ne bahasına olursa olsun kendi güzelliğini lekeleyecek olan çirkin bir kılıkta görünmemeğe çok dikkat ederdin.Allah’ın huzuruna ne halde çıktığına önem vermemekle seni yaratana leke sürüyorsun. Oysaki ustadan ustaya, eserden esere ne büyük fark var!
Tanrı vasilik etmek üzere sana bir yetim verselerdi, ona itina eder ve bu kadar değerli bir emanetin bozulmasına meydan vermezdin. Hâlbuki vasilik etmek üzere seni sana verdiler. Dediler ki:
Seni daha sadık, daha şefkatli bir velinin ellerine veremezdik. Bu çocuğu tabiatı gereği nasılsalar öylece koru. Onu bütün temizliği ile vefası ile asâletiyle, her türlü ihtiras ve bulanıklıktan uzak bulundurarak yetiştir!» Hâlbuki sen kendine boş veriyorsun.
Ne vefasızlık, ne cinayet!
Şu küçük filozofa, bu ağırbaşlılık şu gururlu bakış nereden geliyor?
Biraz bekle dostum, çok geçmeden ben daha vakarlı olacağım. Öğrendiğim ve benimsediğim prensiplerin gösterdikleri yolda henüz sağlam değilim. Kuvvetsizliğimden korkuyorum. Biraz kuvvetleneyim, o zaman büsbütün başka bir ağırbaşlılık göreceksin. Hayat henüz bitmedi. Allah son düzeltmelerini yapmadı (Kıyamete kadar yaratma devam ediyor). Biter bitmez göreceksin.Fakat bunun gururdan gelen bir ağırbaşlılık olacağını sanma. O gerçeğe inanmaktan gelmektedir. Şu Jüpiter başında gördüğün zannınca gurur mudur? Hayır. O sağlamlıktır ve sebattır. Sana şu. tarzda seslenen Allah böyle olmalıdır: «Varlığımın bir işaretiyle tasdik ettiğim şey yalan olamaz, kesindir ve mutlaka gerçekleşir.» Bu büyük örneği taklite çalışacağım. Ve sen beni; vefalı, sâf, son derece cesur olarak ve müthiş diye vasıflandırılan kazaların, belâların sebep olduğu heyecanların, perişanlıkların uzanamayacağı bir halde bulacaksın. Fakat seni ölmez, hastalıklardan ve ihtiyarlıktan kurtulmuş görebilecek miyim?
Hayır, ama ölmesini, ihtiyar ve hasta olmasını bildiğimi göreceksin. Bir filozofun sinirlerini, son derecede rahat sinirlerini göreceksin.
Hangi sinirleri?
Asla yoksunluk bilmeyen istekler; her türlü kötülüğü önleyen yerli yerinde korkular, ölçülü ve uygun hareketler, düşünce mahsulü tasarılar ve asla arkasından pişmanlık gelmeyen katlanmalar.*
*Ey insanoğlu!
Allah’ın sana verdiği nimetlere karşı nankör olma, sana bahşettiği büyük iyilikleri unutma. Sana verdiği duymak, görmek kabiliyetleri için durmadan şükret.
Ne diyorum?
Sana verdikleri hayat için ve onu devam ettirmek üzere şarap gibi, zeytinyağı gibi, arzın bütün meyvaları için şükret. Hususuyla bunlardan daha kıymetli olan her şeyi kullanmak, denemek ve her şeye değerini vermek iktidarını hediye ettikleri için onlara şükret. *
*Vaktin hükümdarı yeryüzünde barışı sağladı. Artık ne savaş, ne haydutluk, ne de korsanlık var. Her hangi bir zamanda her hangi bir saatte yapayalnız, korkmadan, her yere serbestçe gidilebilir. Lâkin hükümdar hastalıklara, kazalara, yangınlara, yer sarsıntılarına, yıldırıma karşı bizi emniyete alabilir mi? Bu huzur ve sükûnu, ihtiraslarımıza, aşka, üzüntüye, pintiliğe, açgözlülüğe karşı koruyabilir mi? Ah! Bu huzur ve sükûnu hükümdarlar veremezler, onu ancak Allah verebilir ve onun yol göstericisi de akıldır. Bu huzura sahip olan bütün hayatınca yalnız kalabilir.*
*Allah’ı suçlandırdığın zaman, kendi içine in, ona hak vereceksin. Kötü insan hangi işte senden daha iyi muamele görmüştür? Zengin olduğu için mi? Fakat onum iç âlemini incele, sürdüğü hayata bak, onun gibi olmak seni üzecektir. Philostorgos’un refah ve saadetine isyan etmekte olan bir delikanlıya onu söylüyordum:
Peki ama Sura ile yatmak ister mi idin?
Allah göstermesin!” dedi, ölmesini tercih ederim.
Şu halde Philostorgos Sura’ya sattığına karşılık olarak bir şeyler alırsa neye kızıyorsun? Ve nefret ettiğin şeylere sahib olduğu için neden onu mesut sayıyorsun? Sana mevcudunun en iyisini verenAllah, sana hangi işte kötü muamele etmiştir? Hikmet paradan daha değerli değil midir? Onun için asla şikâyet etme. Çünkü en değerli şeye sahip bulunuyorsun?*
*Seni sürgüne gönderecekler! Dünyanın ötesinde beni gönderecekleri bir ülke var mı? Gittiğim her yerde gökleri, güneşi, ayı, yıldızları bulamayacak mıyım? Rüyalarım ve bir talihim olmayacak mı? Allah ile sohbete imkân bulamayacak mıyım?*
*Bir küstah bir gün Diogenes’e sordu : «Sen Allah’ın mevcut olmadığına inanan Diogenes misin?» «Ben Diogenes’im.» diye cevap Verdi, «ve ben Allah’ın var olduğuna o kadar inanırım ki, onun senden nefret ettiğine son derece eminim.»*
ATLATMA
Biri çıkar da bir kimsenin seni yerdiğini söylerse ileri sürüleni reddetmeğe kalkma. Yalnız şu cevabı ver: «Bunu söyleyen hiç şüphesiz başka kusurlarımı bilmiyormuş. Bilseydi sadece bunu söylemekle kalmazdı!»
*Benim de yaptığım gibi insanlar işledikleri suçlara kolayca özür bulurlar. Rufus bir gün beni bir suç yüzünden azarlarken ona «Peki Efendim, Capitolium’u mu yaktım? diye itiraz ettim. O da bana «Alçak esir! Bu durumda yapılacak yanlışın hepsini yapmış olmak Capitolium’u yakmak demektir!» diye cevap verdi.*
CİNSİ MÜNASEBET-ŞEHVET
Mümkün olursa evlenmeden önce cinsî münasebet zevklerine karşı perhizli ol. Eğer bu zevkleri tadarsan hiç olmazsa meşru hareket et. Bununla birlikte bu zevklerden faydalananlara karşı sert olma, biteviye perhizinle öğünme.
Hayalin gözlerinin önünde her hangi bir şehveti canlandırırsa, hemen her zaman yapacağın gibi seni sürüklemesi için uyanık bulun. Ta ki, bu şehvet biraz geciksin ve sen kendinden bir mühlet isteyebilesin. Ondan sonra zevk anIyle arkasından gelecek pişmanlık ânını ve kendinden edeceğin şikâyetleri ve bu şehvetten duyacağın hazla ona dayandığın vakit duyacağın övünmeyi karşılaştır. Eğer bu zevki tatmanın senin içim tam zamanı olduğunu sanıyorsan, onun tuzaklarıyla cazibesinin seni aldatmasına karşı tedbir al ve ona daha büyük bir zevki olan yenmiş olma hazzını karşı koy.
*İnsanlar arasında tabii hiçbir toplum yoktur. Allah insanların iradelerine karışmaz. Zevk ve şehvetten başka dünya yüzünde hiçbir ilgi çekici yönü yoktur.*
DAVRANIŞ ve ANLAYIŞ TARZI
Şu düşünceler asla seni üzmesin: «Küçük düşeceğim. Yeryüzünde bir hiç olarak kalacağım.» Çünkü küçük düşmek ve yoksul olmak bir fenalıksa, başkasının eliyle felâkete çarpılamayacağın gibi kötü alışkanlıklara da düşmezsin. En büyük mevkilere geçmek veya bir eğlenceye çağırılmak senin elinde mildir? Elbette hayır! Nasıl olur da bu senin için bir küçük düşme veya şerefsizlik olabilir? Ancak sana bağlıda bir şey olan sen nasıl dünya yüzünde bir hiç sayılırsın? «Ama o zaman dostlarıma hiçbir yardımım dokunmaz.» Hiçbir yardımım dokunmaz ne demek? Onlara para mı veremeyeceksin? Onları Roma hemşerisi mi yapamayacaksın? Bu işlerin bizim elimizde bulunan şeylerden olduğunu ve başkalarına değil bize ait olduğunu sana kim söyledi? Kendisinde olmayan bir şeyi kim başkasına verebilir? Biri çıkıp da «Servet edinmeğe çalış, biz de faydalanalım» diyebilir.
Utanmayı, alçak gönüllülüğü, haysiyet ve asaleti koruyarak servet edinebilirsem, zengin olmak için tutulacak yolu göster, zengin olurum. Sizin kalp nimetler kazanmanız için gerçek servetimi kaybetmemi istiyorsanız, teraziyi nasıl doğru tutmadığınıza ve ne dereceye kadar nankör ve düşüncesiz olduğunuza dikkat ediniz! Neyi üstün tutarsınız? Parayı mı yahut olgun ve sâdık bir dostu mu? Ah! daha doğrusu bu faziletleri elde etmek için bana yardım ediniz ve bunları bana kaybettirecek işleri yapmamı istemeyiniz!
Her hangi bir kimse ile konuşmağa, hususuyla memleketin en önemli kişilerinden biriyle buluşmaya mecbur olursan, bu görüşmede Sokrates ile Zenon’un nasıl hareket edebileceklerini kendi kendine sor. Böylelikle ödevini yapmada güçlük çekmez ve karşına çıkan fırsatlardan faydalanmış olursun.
Mevki sahibi büyük bir adama saygılarını sunacağın vakit, onu evinde bulamayacağını, evde ise yok dedirtebileceğini yahut sana kapısını açtırmağa tenezzül etmeyeceğini yahut müracaatını kayıtsızlıkla karşılayacağını önceden düşün. Eğer bütün bunlara rağmen ödevin seni zorluyorsa başına gelene katlan ve asla «zahmete değmezdi.» demeyi aklına getirme. Zira bu sözler bayağı bir adamın; dış eşyanın, ruhundan başka olan şeylerin çok büyük tesiri altında kalan bir adamın sözlerindir.
*Ben topalım. Niye topal olmalı idim? Alçak adam! Bir ayak için İlâhî hikmeti suçlandırmak mı lâzım? Allah’ın senin ayağına mı yoksa ayağının mı Allaha uyması daha doğrudur?*
*Bir taşa küfret, neye yarar? O seni duymaz. Onun için taşı taklit et ve sana söylenen küfürleri duyma!*
*Körlere, topallara acıyorsun. Niçin kötü İnsanlara acımıyorsun? Onlar da başkalarının topal ve kör olmaları gibi kötüdürler.*
*Homeros’un eserinde, Eumaios’un kendisini tanımadığı halde gösterilen iyi muameleden hoşnut kaldığını anlatan pasajı hatırla. «Yabancı! Senin düştüğün halden daha kötü ve daha sefil bir durumda bile evime gelen bir yabancıya kötü davranmağa hakkım yoktur. Zira yabancılarla, fakirleri Allah gönderir.» Sen de kardeşine, babana, soydaşına yine onu söyle. «Şimdikinden daha kötü olsanız da, size iyilikten başka “bir şey yapamam! Çünkü Allah göndermiştir.»
Dindarlığınız ve isteyerek katlandığınız mahrumiyetler, beden egzersizlerimiz ne olağan üstü, ne de inanılmayacak derecelere varmalı ve öğünme, gösteriş için de yapılmamalıdır. Aksi takdirde biz filozof değil hokkabaz ve soytarı oluruz.*
*Ben senden değerliyim. Babam konsül idi Ben de hâkimim, sen ise hiçbir şey değilsin.
Azizim eğer ikimiz de at olsaydık ve sen bana : «Babam zamanının bütün atlarından çevikti. Benim ise pek çok dostum, arpam ve fevkalâde bir eğerim var.» deseydin sana şöyle cevap verirdim : «Pekâlâ. O halde koşalım!…» Ata göre koşu ne ise insanda da kendisine has vasıfları onunla anlaşılacak, kıymeti onunla ölçülecek bir şey yok mudur? O şey saffet, vefa, adalet değil midir? Bu anlamda beni aştığın tarafı göster. Adam olarak benden daha değerli olduğunu ispat et. Eğer bana «Ben zarar verebilirim, tekme atabilirim.» dersen, sana şöyle cevap verebilirim: «Sen insana değil, eşeğe ve ata mahsus bir vasıfla öğünüyorsun.»*
*Bir jimnastik hocası boynumu, omuzlarımı, kollarımı yuğurarak, yapılması zor idmanları emrederek beni spora alıştırır. «Şu gülleyi iki elinle tutup iyice kaldır!» der ve gülle ağır olduğu nispette sinirlerimi kuvvetlendirir. Bana kötü muamele eden ve küfreden bir adam da böyledir. Beni beden idmanlarından büsbütün başka türlü faydası olan idmanlara; sabra, tatlılığa, merhamete alıştırır.*
*Bir insan sana bir sırrını emanet etti ve sen de ona bir sırrını emanet etmenin namusluca, doğru ve nazik, bir hareket olduğunu sanıyorsun. Sen bir hoppa ve bir aptalsın. Ekseriya tatbik edildiğini gördüğün şeyi hatırla. Sivil elbise giymiş bir asker vatandaşın yanına oturur ve şuradan buradan konuştuktan sonra, Caesar’ın aleyhinde bulunmağa başlar. Bu açık yüreklilik karşısında yumuşayan vatandaş askerin emanet ettiği bu sırrı, samimiliğine delil sayarak ona gönlünü açar, hükümdardan şikâyet eder ve nihayet asker kendisinin ne olduğunu açığa vurarak, onu zindana sürükler. İşte bu, her gün rastlanan bir olaydır. Sana sırrını söyleyen ekseriya namuslu bir adamın maskesini ve elbisesini taşır. Zaten bu güvenlik değildir. Bu, boşboğazlıktır. Senin kulağına söylediği şeyi rast geldiğine söyler. O, delinmiş bir fıçı gibidir. Kendi sırrını saklayamadığı gibi senin sırrını da saklayamayacaktır.
Saffetin, sadakatin, vefan olduğunu ve delik bir fıçı olmadığını bana göster. Senin bana bir sır vermeni beklemem ve benim sırrımı dinlemeni rica ederim. Zira bu kadar tertemiz, bu kadar emin bir gemiyi bulmakla kim sevinmez. İyiliğimizi isteyen ve sadık olan bir danışmanı kim itebilir? Kim bizim zayıflığımızı mazur gören ve bize yükümüzü taşımak üzere yardım eden iyi sırdaşı büyük bir hazla aramaz ve ona sarılmaz?
Meraklı, gözetleyici ve elimizde olmayan şeylere düşkün bir adam görüyorsun. Onun bir geveze olduğundan ve senin sırrını asla saklayamayacağından emin ol. Onu kızgın zifte veyahut insanın organlarını kıran çarka yaklaştırmağa lüzum yoktur. Bir kızın bir göz kırpması, bir orospunun okşayıvermesi, en küçük bir mevki ve makam ümidi, bir vasiyetnamede bir mirası ele geçirme ihtirası, buna benzer binlerce şey kolayca, senin sırrını açığa vurmasına yeter.*
DUA
*Hepimiz bedenin ölümünden korkuyoruz. Fakat ruhun ölümünden korkan kimdir?*
*Dünyada her şey îlâhî kuvvetin övgüsü ile meşguldür. Bana zeki yahut doğruyu teslim eden bir adam göster., Bunu anlayacaktır.*
* İnsan bu dünyada Allah’ın mahiyetinin ve yarattığı eserlerin seyircisi, onun tefsircisi ve övücüsü olmalıdır Sen ise en bahtı kara hayvanların başladığı yerde başlıyor Ve bitiyorsun, duymadan sadece görüyorsun. Hiç olmazsa ülûhiyetin sende bittiği yerde bit. Bu kudret sende; sana kendisini anlayacak kabiliyette zeki bir ruh vermekle bitmiştir. Onu kullanmasını bil. Bu harikulade gösteriden (hayattan, dünyadan yalnız şöyle görmüş olarak çıkıp gitme. Gör, tanı, öv ve kutla *
*Geceleyin kapılar kapanıp da lâmbalar söndüğü vakit odanda yalnız kaldığını söylememeğe dikkat et. Zira yalnız değilsin.*
Bütün teşebbüslerine ve hareketlerine şu dua ile başla:
«Ey büyük Allah ve sen ey güçlü Talih! Gitmemi uygun gördüğünüz yere beni götürünüz! Sizi bütün gönlümle, tereddütsüz takib edeceğim. Sizin emirlerinize karşı gelmek istesem bile suçlu ve hain olmakla beraber, ister istemez sizi takib etmem gerekecektir.»
Bundan sonra şunu söyle : «Zarurete iyice uymasını bilen, ilâhi meselelerin anlaşılması hususunda hâkim ve ariftir.»
Nihayet üçüncü dilek olarak şunları söyle : «Kriton cesaretle bu geçitten yürüyelim. Zira Tanrı bizi oraya götürüyor ve oraya çağırıyorlar. Anytos ile Meletos beni öldürebilirler fakat bana zarar veremezler!»
*Dostum artık memeden kesilmek ve sütü bırakarak, daha zengin bir gıda olan etle beslenmek istemiyor musun? Hâlâ daha sütananın memesi ve seni uyutmak için söylediği ninniler, masallar için ağlamak, haykırmak niyetinde misin?
Dünyayı kötü ruhlardan temizlemek için ne bir Herakles, ne de bir Theseus olabilirsin. Fakat içindeki kötü ihtirasları ortadan kaldırmakla onları taklit edebilirsin. Senin içinde yaban domuzu, aslan ve ejder vardır, bunlara hâkim ol. Prokrustes ile Skiron’u yeneceğine, İstıraba, korkuya, tamaha, hırsa, kötülüğe, cimriliğe, hovardalığa, azgınlığa hâkim ol. Bu ejderhaları ezmek için tek yol yalnız Allah’ı düşünmek, ona bağlanmak ve yalnız onun emirlerine boyun eğmektir
Artık boyunduruğu at ve esirlikten kurtulduktan sonra başını gökyüzüne kaldır ve Allah’a de ki:«Şimdiden sonra bana ne istersen onu yap. Bana yapacağın her şeye razıyım. Ve senin bana yaptırdıklarının doğru olduğuna bütün insanları inandıracağım.»*
DÜNYA HAYATI
Eğer bir deniz yolculuğunda bindiğin gemi bir limana uğrar da seni kıyıya su almak için yollarlarsa, yolda midye kabuğu veya mantar bulursan bunları toplayabilirsin. Fakat aklın daima gemide olmalıdır. Sık sık başını gemiye çevirerek kaptanın seni çağırıp çağırmadığını araştırmalısın. Eğer kaptan çağırırsa seni eli ayağı bağlı bir hayvan gibi gemiye atmalarına meydan vermemek için, elindekilerinin hepsini atıp hızla geriye dönmelisin. Hayat yolculuğunda da durum aynıdır. Bir midye kabuğu veya bir mantar yerine bir kadın veya bir çocuk nasibin olursa, bunları benimsersin. Fakat kaptan seni çağırınca arkana bakmadan her şeyi bırakıp gitmen lâzımdır. Eğer yaşlı isen yetişememek korkusuyla, gemiden pek uzaklaşmamalısın.
Hatırla ki, hayatta bir misafirlikte imisin gibi hareket etmelisin. Yemek sana kadar geldi mi, elini kibarca uzatarak bir parça al. Tabağı önünden kaldırıyorlar mı? Alıkoymaya çalışma. Yemek henüz önüne gelmedi mi? İstemeğe kalkma, sıranı bekle! Çocuklarına, kadınlara, mevki ve ikbale, paraya karşı da böyle davran! O zaman Allah’ın bile sofrasına kabul edilmeğe lâyık olursun.Sana verileni almazsan ve küçük görürsen, o zaman yalnız Allah’ın davetlisi ve misafiri değil fakat eşiti olur ve onlarla birlikte hükmedersin. İşte böylece hareket ederek Oiogenes, Herakleito ve daha bazı kimseler gerçekten lâyık oldukları gibi ilâhî insan diye anılmışlardır
*Amfiteatrda senatörlerin yerlerine oturmak istiyorum.
Kendini bir hayli zahmete sokacaksın, çok da acele etmen lâzım gelecek.
Ama böyle olmayınca oyunları rahatça seyredemem
Seyr etmeyiver. Oyunları seyr etmeğe ne mecburiyetin var? Eğer seni oralarda oturmak hırsı kışkırtıyorsa, halkın çıkmasını bekle, oyun bittiği vakit o kadar istediğin yere oturacak ve keyfinde, rahatında olacaksın!*
*Yalnız kalınca çocuklar ne yaparlar? Eğlenirler, çakıl taşı ve kum toplayarak küçük kuleler yaparlar ve biraz sonra da onları yıkarlar. Böylece her zaman eğlence eksik olmaz. Onların çocukluk veyahut delilik yüzünden yaptıklarını kültür ve akıl ile yapamaz mısın? Her taraf çakıl ve kum dolu. Aslında içimizde inşa edecek ve yıkacak o kadar çok şey var ki! Yalnızlıktan hiç şikâyet etmeyelim.
Ancak başkalarıyla birlikte iken başkalarına uyarak şarkı söyleyebilen kötü bir müzisyen olmak ister misin?
İnsanların ruhlarından söküp atacakları yalnız iki şey vardır: Bencilik ve imansızlık.*
DÜNYA İŞLERİ
Dünyada olup biten şeylerin bir kısmı elimizdedir. Bir kısmı da elimizde değildir. Elimizde olanlar düşüncelerimiz, yaşayışımız, isteklerimiz, eğilimlerimiz, iğrenmelerimiz; bir kelimeyle bütün hareketlerimizdir.
O halde hatırla ki tabiatları dolayısıyla esir olanları hür ve başkasına bağlı olan şeyleri sana ayrılmış sanıyorsan her adımda engellere rastlayacak, kırılacak, üzülecek ve Allahtan da insanlardan da şikâyet edeceksin. Buna karşılık senin olanı benimser ve başkasının olanı da başkasının iradesinde sayarsan; o zaman kimse sana istemediğini yaptıramadığı gibi, istediğini de yapmana engel olamaz. Dolayısıyla kimseden şikâyet etmez, kimseyi suçlandırmaz ve istemeden hiçbir hareketi yapmağa zorlanmazsın. Kimse sana bir fenalık edemez, düşmanın olamaz ve başına kötü, zararlı bir şey de gelmez.
Bir gaye, erişilmemek için belirtilmediği gibi kötülüğün hamuru da bu sebepten dünya yüzünde yoktur.
* İnsanlar daha az iptidai ve daha az kaba olan bir yemeği icadettiği için Triptolemos’a mabetler ve sunaklar yaptılar. İçimizden hangimiz gönlünden; gerçeği bulanları, yolumuzu aydınlatanları ve ruhlarımızdan bilgisizlikle saptırmanın karanlıklarını kovanları kutlamıştır? *
*Uşaklarına kızıyor, evini alt üst ediyor ve komşularını rahatsız edip şaşırtıyor, ondan sonra da olgun bir insanın tavırlarını takınarak bir filozofu dinlemeğe gidiyor, insanın vazifeleri ve faziletlerin niteliği üzerinde tartışmalara girişiyorsun.
Dostum bütün bu kaideler ve formüller sana hiç fayda vermez. Zira sen onları dinlemek için gereken ruh haline sahip olarak gelmediğin için onları dinledikten sonra yine geldiğin gibi gideceksin.
Dostluğu anlamağa yalnız filozof olan elverişlidir. İyi veya kötünün ne olduğunu ayıramayan nasıl sevebilir?
Şu küçük köpeklerin oynaştıklarını görüyorsun. Birbirlerini okşuyorlar, birbirlerine sarılıyorlar, sevişiyorlar ve sana gerçekten iyi arkadaş gibi görünüyorlar. Küçük bir kemik at, o zaman hakikati göreceksin. Kardeşlerin, babaların ve çocukların dostlukları işte böyledir. Ele geçirilmesi lâzım gelen servet, bir tarla, bir metres ortaya çıksın ne baba, ne kardeş, ne çocuk kalır.
Dünyada her hayvanın kendi çıkarına bağlandığı kadar sarılabileceği bir şey yoktur. Ona, faydalı olandan kendisini mahrum ettiğini duyunca baba, kardeş, oğul, dost ne olursa olsun tahammül edilmez bir yük olur. Çünkü o; baba„ kardeş, oğul, dost, akraba, vatan, hattâ Allah yerine geçen çıkarını sever.
Sevmek için faydayı, ermişliği, namusu, vatanı, akrabayı, dostları hattâ adaleti bir araya getirmek gerekir. Bütün bunları birbirinden ayırırlarsa artık dostluk kalmaz. Çünkü ben ile benim’in bulunduğu yerde hayvan ortaya çıkar. Ben namus ile adaletin bulunduğu tarafta ise ben iyi dost, iyi baba, iyi oğul, iyi kocayım. Fakat ben ile benim bir tarafta namus ile adalet başka tarafta olursa dostluğa elveda!
En kutlu, en zorlayıcı ödevlere elveda!*
DÜŞÜNCELİ HAREKET ETMEK
Bir iş yapacağın zaman yapacağın işin ne olduğunu iyice düşün. Hamama gideceksin, hamamlardaki âdetleri; insanların birbirlerini ıslattıklarını, itip kaktıklarını, küfür ettiklerini ve bu çevrede hırsızlığın tabiî bir hal olduğunu düşün. Eğer önceden kendi kendine «Yıkanacağım, fakat aynı zamanda varlığımın gerçek nimeti olan hürriyetimi, bağımsızlığımı koruyacağım!» dersen o zaman yapmak istediğini daha güvenle yaparsın. Başına gelecek her iş için bu böyledir. Zira bu usul ile yıkanmana her hangi bir şey engel olursa cevabın hazırdır: «Ben sadece yıkanmak istemiyordum. Fakat aynı zamanda hürriyetimi de korumak niyetindeyim. Eğer kızmış olsaydım onları koruyamazdım.» diyebilirsin.
Yapacağın her işte, girişmeden önce ne olacağını ve arkasından ne çıkacağını iyice düşün, ondan sonra teşebbüse kalk. Bu yolu tutmazsan yapacağın her harekette başlangıçta zevk duyarsın. Zira arkasından ne çıkacağını tasarlamış değilsindir. Fakat sonunda rezalet kendini gösterince utanç içinde kalırsın.
*Sana ait olanı iyice koru ve başkasına ait olana tamah etme, böylece hakaret edersen hiçbir aksilik saadetine engel olamaz.*
*Eğer bedenimi seversem, servete bağlı isem, ben mahvolmuşumdur, artık esirim demektir. Böylelikle nereden ilde edilebileceğimi, vurulacağımı belli etmişimdir.*
Sana bir ihtiras musallat olduğu vakit onunla savaşı yarına bırakırsan, yarın gelecek ve savaşmayacaksın. Böylece yarından yarına bırakınca, sadece yenilmeyecek fakat öyle bir duygusuzluğa saplanacaksın ki, günah işlediğinin bile farkına varman mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla kesin olarak kendinde Hesiodos’un şu mısraındaki gerçeği duyacaksın: «Bugün yapılması (gerekeni) yarına bırakan her vakit yıkımlarla karşılaşır.»*
*Kalabalığa incir ve fındık atarlar. Çocuklar kapışmak için birbirlerine girerler. Fakat yaşlı insanlar hiç aldırış etmezler.
Valilikler dağıtılır, işte çocuklara has olan bir şey. Mahkeme reislikleri, konsüllükler, onlar da çocuklara hastır. Bunlar benim için incir ve fındıktan ibarettir. Rastgele elbisemin üzerine düşerse alır ve yerim. Bunların değeri işte bu kadardır. Ama onları yerden almak için eğilmem ve hiç kimseyi itmem.
Sadece saraylarda oturmayı, sana hizmet edecek bir sürü subayı, şık ve zengince giyinmeyi, avlanma tertiplerini, müzisyenleri ve tiyatrocuları, aktörleri istiyorsun. Bütün bunlardan hiçbirini sende görüp tamah ediyor muyum? Fakat buna karşılık sen hiç aklını geliştirmeyi düşündün mü? Doğru düşünceler edinmek için gayret gösterdin mi? Gerçeğe bağlandın mı? Senin boş verdiğin bir işte senden ileri gidersem buna niye canın sıkılıyor?
Fakat o çok büyük ve çok değerlidir.
Bunu duyman iyi. Öyle ise bu yola girmene engel nedir? Bu avcılar, müzisyenler, hanendeler, aktörler yerine yanma olgun insanları al. Senden çok imkân ve rahata, senden çok kitaba ve üstada kim sahip olabilir? Başla, zamanının küçük bir parçasını aklına sarf et. Bir kelime ile seç! Eğer bunlara kendini vermeğe devam edersen hiç şüphesiz daha nadir ve başkalarındakinden daha değerli, eşyaya sahip olacaksın. Fakat boş verdiğin zavallı aklın son derece sınırlı ve iğrenç kalacaktır.*
FELSEFE YAPMAK
*Bir filozof nedir? O, eğer dinlemek istersen seni bütün Roma valilerinden daha çok hür yapabilecek adamdır.*
Filozof mu olmak istiyorsun? Hemen alaya alınmaya hazırlan ve inan ki halk yuha diye bağıracak ve «Bu adam hır gecede filozof oldu. Bu küstahça bakış ona nereden geliyor?» diyecek. Sende küstahça bakış olmasın. Sana iyi ve güzel görünen düşüncelere kuvvetle bağlan. Ve unutma ki metin olursan önceleri seninle alay edenler bile ileride sana imreneceklerdir. Hâlbuki onların alaylarına önem verirsen iki kat gülünç olursun.
Eğer birine yaranmak için dış eşyaya bağlanırsan bil ki derecenden düşmüşsündür. Bu sebeple her işte ve her durumda filozof olmak sana kâfi gelsin. Ve eğer filozof olduğunu göstermek istersen kendi kendine görünmeği tercih et. Bu sana yeter.
Dokümanın Tamamı için tıklayınız... |