TÜRKİYE’DE ALT İŞVERENLİK UYGULAMASI
Ahmet TOZLU Mehmet Tarık ERASLAN
Teknoloji ve uzmanlaşmanın ağır bastığı yeni üretim sistemlerinin benimsenmesi küreselleşmenin dünya ekonomisi üzerindeki görünen etkileri arasındadır. Bu değişim Türkiye ekonomisinde de aynı şekilde görülmekle birlikte 1980’ler Türkiye için belirleyici yıllar olmuştur. Alt işverenlik ise uzmanlığın, teknolojinin ve maliyetlerin ön plana çıktığı bu ekonomik ortamda elverişli bir araç olarak görülmüştür. Tarihsel süreç bakımından Türkiye’de ve dünyada alt işverenlik ilişkisi, önceleri daha çok inşaat sektöründe görülmüş, sonrasında ise diğer sektörlerde de oldukça yaygın hale gelmiştir (Aykaç, 2011: 1). Bilindiği üzere alt işverenlik, gerek kamu gerek özel kesim işyerlerinde sıkça kullanılan ve personel istihdamında esneklik sağlayan bir iş hukuku kurumudur (Akyiğit, 2011:1). Çalışma hayatında esneklik sadece personelin çalışma saatleriyle ilgili değil personelin çalıştırılma biçimiyle ve hizmet gördürme şekliyle de ilgilidir. Bu açıdan düşünüldüğünde bir işverenin diğer bir işverene iş gördürmesi üretimin dışsallaştırılmasının, dolayısıyla da esnekliğin bir örneğidir. Alt işverenliğin yaygınlaşması zamanla sendika ve toplu pazarlık hukuku alanında doğrudan işçilerin hak ve özgürlüklerinin ortadan kaldırılması amacına yönelmiş ve bu alanda sorunları da beraberinde getirmiştir (Şafak, 2004: 112). Uygulamada yaşanan aksaklıklar ve özellikle yargı sürecinde edinilen tecrübeler, zamanla karşılaşılan sorunlara ilişkin düzenlemeler yapılmasına temel teşkil etmiştir. Nitekim, Türkiye’de yasal geçmişi 1930’lara dayanan alt işverenlik uygulaması geçen süre zarfında isimden içeriğe kadar her açıdan değişmiş, ayrıntılı bir hal almış bu da ilgili yasal düzenlemelere yansımıştır. 2003 yılında çıkarılan 4857 sayılı İş Kanununda (İK) (R.G. T.10.06.2003, S.25134) yer alan hükümler ve 2008 yılında bu hükümlerin daha ayrıntılı ve somut hale getirilmesi amacını taşıyan Alt İşverenlik Yönetmeliği (AİY) (R.G., T.27.09.2008,S.27010) asıl işveren alt işveren arasındaki ilişkiyi birçok açıdan ele almış, bu alanda yaşanan sıkıntıların engellenmesi doğrultusunda önemli adımlar olmuştur. Ancak bu düzenlemelerden sonra da suistimaller zaman zaman biçim değiştirerek devam etmiştir. Çünkü asıl işveren alt işveren arasındaki ilişki her olayda o olaya özgü sorunlar barındırabilmiştir. Karmaşık olan bu yapı birçok Yargıtay kararına da kendine özgü bir şekilde yansımıştır. Bu çerçevede çalışmada öncelikle alt işverenlik uygulamasının ne anlama geldiği çeşitli alt başlıklar altında incelenmiştir. Yasal bir alt işverenlik ilişkisinde bulunması gereken unsurları, Türk iş hukukunda bu alandaki tartışmaların odak noktalarından biri olan asıl iş yardımcı iş ayrımını, alt işverenliğin hangi konular açısından sınırlandırılmış olduğunu açıklamak suretiyle asıl işveren alt işveren ilişkisi geniş bir perspektifle ele alınmıştır. İkinci bölüm alt işverenlik müessesesinin tarihsel süreç içinde Türkiye’deki gelişimini aktarmaktadır. Bu gelişim sürecinin son ve en önemli parçası 4857 sayılı İş Kanunu ve selefi olan 1475 sayılı eski İş Kanunu’na ayrıca değinilmiş ve geçiş süreci karşılaştırmalı olarak sunulmaya çalışılmıştır. Çalışmanın son bölümü ise asıl işveren alt işveren arasındaki ilişkinin uygulamadaki en kritik noktalarından biri olan muvazaayı ele almaktadır. Bu bölümde muvazaa, borçlar hukukundaki ve iş hukukundaki düzenlemeler ışığında açıklanmış, çalışma hayatında idari ve yargısal açılardan inceleme aşamalarına yer verilmiştir. Çalışma boyunca ilgili konular altında, asıl işveren alt işveren ilişkisinin uygulamadaki tartışmalı hususlarına yönelik çeşitli Yargıtay karar ve görüşlerine yer verilerek meselenin daha açık ve anlaşılır bir hale getirilmesi amaçlanmıştır.
|