Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Türkiyede Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi
www.arsivbelge.com
Türkiyede Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Türkiyede Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Türkiye'de Kent Planlaması Düşüncesinin Gelişimi

İlhan TEKELİ   Yapı Dergisi,   291.Şubat 2006
 
Yazımda Türkiye’de kent planlama düşüncesinin gelişmesinin 1840’la 1940’lar arasındaki yüz yıllık bir dönemini ele alarak; yani bu düşüncenin ilk olarak ortaya çıktığı yıllardan sonra, adım adım gelişerek belli bir olgunluğa ulaştığı yıllara kadar olan döneminin anlatısını kurmaya çalışacağım.

1940’ların anlatının bitiş noktası olarak seçilmiş olması bir rastlantı değil. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’de hızlı bir kentleşme yaşanmaya başlıyor. Bu, bir ülkenin yaşamında karşılaşabileceği en önemli değişme. Kente ve kentleşmeye bakışı değiştiriyor, acil olarak çözülmesi gereken sorunların baskısı artıyor, bu dönüm noktasından sonra planlamadan beklentilerin düzeyi ve niteliği değişiyor. Sonuçta yeni bir planlama düşüncesi birikimi başlıyor.

İlk on yıllık sürede yani 1840-1850 arasında en önemli gelişmenin 1848’de ilk kez bir ebniye nizamnamesinin çıkarılması olduğunu söyleyebiliriz. Bu yalnızca İstanbul’da geçerli bir nizamnamedir. Avrupa’daki kentsel gelişmelerden esinlenmiştir. Bu nizamname ahşap bina yapımını yasaklıyor, bütün yapıların kâgir olmasını zorunlu kılıyordu. 

1850-60 yılları arası yeni planlama anlayışı girişi ve kurumsallaşması açısından değişmenin hızlandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde mevzi planlar yapılmaya başlamıştır. Bunlar büyük yangınlardan sonra yangın yerlerinin düzenlenmesi amacıyla yapılmıştır. Bunlardan ilki Luigi Storari’nin 1854’te Aksaray yangın yeri için yaptığı planlardır. Daha sonra her yangın yeri için bu tür planlar yapılmıştır. 

1850-60 döneminin en önemli olayı 1854’te İstanbul’da Şehremaneti’nin ve bunun paralelinde bir İntizam-ı Şehir Komisyonu’nun kurulmasıdır. Üyelerini dış dünyayla ilişkisi yüksek Hariciye Kalemi mensuplarının, levantenlerin ve müslüman olmayan milletlerin ticaret burjuvazisinin oluşturduğu bu komisyon belediye kurulmasını öneriyor. Bunun sonucunda 1857’de Altıncı Daire-i Belediye kuruluyor. 

Türkiye’de ilk kurulan belediyeye Altıncı Daire-i Belediye adı verilmesi de ilginç. Niye altıncı belediye, niye birinci değil? Bu bize önerilen belediyenin Paris’ten esinlendiğini gösteriyor, çünkü Paris’in yirmi belediye dairesi bulunuyor bunların en zengini Altıncı Belediye Dairesi. Bizim de Galata-Beyoğlu’nda kurulan ilk belediyemize Altıncı Daire-i Belediye deniliyor.

1860-70 dönemine geldiğimizde, yeni gelişmelerin belirginleştiğini görüyoruz: İlk ilginç gelişme yabancı harita mühendislerinin yerini Türk kurmay subaylarının alması oluyor. Bu gelişmeyi ilk kez Hocapaşa yangın yerinin 1864-1866 arasındaki düzenlenmesinde görüyoruz. Bu düzenlemenin yapıldığı haritanın altında bir erkan-ı harp subayı olan Mehmet Kemalettin Bey’in imzası var.

Hocapaşa yangınından sonra yapılan düzenleme Türkiye’de imar planlama bakımından önemli bir dönüm noktası olarak görülebilir. Bu amaçla bir komisyon kurulmuş, emrine önemli bir para verilmiş, kentin iş merkezi yeniden yapılaşırken kanalizasyon altyapısı gerçekleştirilmiştir. İstanbul’un modernleşmesi için de kent içi ulaşımda arabanın kullanılmasındaki artışın çok önemli rolü olmuştur. 1825 öncesinde kentte yalnızca padişah araba kullanmaktadır. Öteki kişilerin araba kullanması yasaktır. Arabanın yaygınlaşmaya başlaması 1850 sonrasında olmuştur.

Yeni bir döneme girelim, 1870-1880 arasına açılalım. Bu dönemde Avrupa kapitalizmi belli bir birikimi gerçekleştirmiş ve kapital ihraç aşamasına gelmiş bulunuyor. Osmanlılar da bundan etkileniyor. Bunu, tünelin ve tramvayların yapılmasında gözlüyoruz. Artık 1860’ın ikinci yarısında merkezi değişmiş bir İstanbul şimdi de altyapısı değişen bir İstanbul haline geliyor. 

1877 aynı zamanda, Osmanlıların Rus savaşını yitirdikleri yıl. Her yitirilen savaş sonrasında elden çıkan topraklardan büyük bir göç oluyor. Bunların Osmanlı toprağına yeniden yerleştirilmesi gerekiyor. 1877 savaşı göçmenlerinin yerleştirilmesinde kente bakış açısında önemli bir değişmenin işareti var. İlk kez göçmenler kente yerleştirilmeye başlıyor. Daha önceki dönemde hiçbir göçmen kente yerleştirilmiyordu. Osmanlı kentlerinde görülen, “göçmen mahalleleri” denilen grid planlı mahalleler 1877 sonrasında ortaya çıkmaya başlıyor.

Bu dönemin bir başka ilginç özelliği, ilk kez kent tarihlerinin yazılmaya başlamasıdır. Yani kent, organik, bir tarihi olan, tarihsel bir varlık olarak görülmeye başlıyor. Ve bunların ilkini tarihi Bursa’da görüyoruz; İsmail Beliğ Efendi’nin 1871 tarihli bir Bursa tarihi var. Aynı yıl Lamii Çelebi’nin Şehrengiz-i Bursa’sı yayınlanıyor. Şakir Şevket’in Trabzon için yazdığı kitap 1873 tarihini taşıyor. 

Elbette, kent tarihlerinin yayımlanmaya başlamasının başka nedenleri de var. Bu yalnız bir kavramsal problem değil. 1870’te Osmanlı yönetimi vilayet salnamelerini yayınlamaya başlıyor. Bu da beraberinde vilayet matbaalarının kurulmasını getiriyor. Buna paralel olarak da “kent tarihleri” yayımlanmaya başlıyor. 
Bu dönemde ilk mimarlık kitapları da ortaya çıkmaya başlıyor. İşte Mehmet Rıfat’ın 
Leclerc’den Fenn-i Mimari tercümesi (1875), 

İbrahim Ethem Paşa’nın Viyana Sergisi dolayısıyla hazırlattığı Usul-ü Mimari’si de (1873) bu arada sayılabilir.

Şimdi yeni bir aşamayı, yani 1880-1890 arasını ele alalım. Bu dönemde de yavaş da olsa planlamada bir derinleşme olduğunu söyleyebiliriz. Belediye olgusu bütün imparatorlukta yaygınlaşıyor, yangın yerlerinde mevzi imar planı yapılması da çoğalıyor. 1882 yılında, elli yıl uygulamada kalacak ünlü Ebniye Kanunu çıkartılıyor. Bu yasanın bazı maddelerinin satırları arasında arsa spekülasyonunun başladığının ipuçlarını görüyoruz.

Kentler açısından anlamlı sayılabilecek iki coğrafya yapıtı yayınlanıyor. Birisi 1889’da, Ahmet Rıfat’ın yedi ciltlik Lugat-ı Tarihiyye ve Coğrafiyye’si. Burada her kent hakkında bilgi var. Elbette daha ünlü, daha yaygın bilineni, yine 1889’da yayımlanan Şemsettin Sami’nin altı ciltlik “Kamus-ül Alam”ıdır. Bunlar coğrafya ansiklopedileri olarak gündemimize geliyor. Bunlar ilk örnekler, bu dönemde kent tarihi artık tek tek monograf olarak yazılmaktan çıkıyor, ansiklopedik niteliği olan bir yapıtta karşımıza gelmeye başlıyor. 
Bir on yıl daha sıçrayarak 1890’dan 1900’e gelelim. Bu dönemde yeni bir olgu gelişiyor. “Seyyah” ortaya çıkıyor, yani turizm gelişmeye başlıyor. Osmanlı İmparatorluğu’na seyyahlar geliyor ve bunun kent yazınına ya da düşüncesine yansıması, ilk kent rehberlerinin yayımlanmaya başlaması biçiminde oluyor. 
Mustafa Ziya’nın “Rehnümay-ı Bağdat” (1896), Mustafa Suat’ın “Haritalı İstanbul Rehberi” ya da “İstanbul Tarihçesi” (1898), “Musavver Rehber-i Seyyahin Bursa ve Civarı” (1903) tarihlerini taşıyor.

1890-1900 arasındaki dönemde bir başka ilginç gelişme yaşanıyor; harita yapma işi askerlerin hünerinden normal mühendislerin, yani mülkiye mühendislerinin hüneri haline geliyor.. İlk topoğrafya kitapları, M. Münşi’nin “Arsa Taksimi” (1888), ile Kirkor Kömürcüyan’ın “Fenn-i ve Mesaha-i Arazi” (1890) adlarını ve tarihlerini taşıyor. 

Daha ilginç bir kitap var bu dönemde, o da Namık Şükrü’nün “Hidayet-ül Tarik-il İzalet-il Zelzelet-i vel-Harik”i. 1896 tarihli bu kitapla deprem ve yangın riski sorunu ilk kez ele alınıyor. İstanbul’un ilk sigorta haritası da bir İngiliz şirketi olan Goad tarafından 1905’de İstanbul’un MİA’sı için hazırlanıyor. Yani bu soru gündeme geldiğinde hemen paralelinde sigorta şirketlerinin örgütlenmesi de gerçekleşiyor. 

Şimdi 1900 ile 1908 arasındaki sekiz yıllık dönemi ele alalım. 1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilanının getirdiği büyük kırılma dolayısıyla dönemlememizde bir değişme yarattık. 

Bu sekiz yıllık dönemde 2. Abdülhamit’in ilginç bir girişimine rastlıyoruz. 2. Abdülhamit, Paris sefiri Salih Münir Çorlu’yu çağırıyor ve diyor ki, “Bu gelenler gidenler hep bu kentin kötülüğünden yakınıyor, ele güne karşı şu kenti güzelleştirecek bir şeyler yapalım. Git bir mimar bul Avrupa’dan, gelsin buranın bir planını yapsın.” 

O da Paris Belediyesi’nin başmühendisi Bouvard’ı buluyor. Ancak Bouvard İstanbul’a gelmiyor. 2. Abdülhamit İstanbul’un her tarafının resimlerini, fotoğraflarını çektirdiği için ona belirli güzergâhların, meydanların fotoğraflarını gönderiyor. O da o meydanlara ilişkin düzenlemeler yapıyor, süslüyor. Ve bu çalışmaların masraflarını da Fransız Hükümeti veriyor. Bu meydan ve güzergâh perspektifleri İstanbul’da sergileniyor. Bu albüm şu anda İstanbul Üniversitesi’nin kütüphanesinde bulunuyor.

Ama sanırım bu girişim Fransız şehirciliği için olduğu kadar Türk şehirciliği için de yüzkarasıdır. Gelip yeri incelemeye tenezzül etmeyen bir adama yaptırılan bu çalışmanın resimlerini gördüğünüz zaman bunu hemen anlıyorsunuz. Yapılan çalışmanın İstanbul’la ilgisi yok, hattâ oryantalist bile değil. 

1908 ile 1918 arasındaki on yılın önemli bir bölümünün büyük savaşlarla geçmesine, bu dönemde yaşanan bütün zorluklara karşın, bugünkü kent planlamasına benzer düşünceler tartışılmaya başlıyor. 

Buradaki büyük atılım Cemil Paşa’nın İstanbul’a “şehremini” olmasıyla gerçekleşiyor. Cemil Topuzlu bilindiği gibi İttihatçı değil. Büyük kabinenin iktidarda bulunduğu, yani İttihatçıların henüz ağırlığını koymadığı bir dönemde Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Cemil Topuzlu’nun köşkünü görüyor ve “Kendi evini böyle doğru dürüst yapan adam kenti de yapar. Çağırın Onu İstanbul Şehremini yapalım” diyor. Çağırıyorlar ve O da ısrarlar karşısında İstanbul Şehreminliğini kabul ediyor. 

Bükreş, Berlin, Viyana ve Paris’i ziyaret ediyor. Ve Lyon Belediyesi Başmühendisi 
Auric’i getiriyor. Auric bütün kent için bir planlama raporu hazırlıyor. Cemil Paşa Gülhane, Fatih, Sultanahmet, Üsküdar’daki Doğancılar parklarını yapıyor; tramvay yollarını genişletiyor; tramvay elektrikli hale getiriliyor.

Türkiye ilk kez, “Modernite”nin yıkıcılığı karşısında “asar-i atika”yı savunanların sesini yükseltmesiyle karşı karşıya kalıyor. Ve hatıratında Cemil Topuzlu bundan yakınıyor. Diyor ki, “Bu Sultanahmet’teki hamamı yıkmak için çok uğraştım ama bırakmadılar.” Bırakmayan Sadrazam Küçük Sait Paşa (ama o zaman iktidarda değil, Asar-i Atika Cemiyeti Başkanı). “Oysa ben Sultanahmet Meydanı’nı Concorde Meydanı gibi bir meydan yapacaktım” diyor. 

Bu dönem Türkiye’de, sanırım ilk kez yıkıcılık tutumu ile korumacılık tutumunun karşı karşıya geldiği yıllar oluyor. Ve ilginçtir, burada karşı duran yalnızca Sait Paşa değil. Mimar Kemalettin de bu konuda iki yazı yazıyor. Türk Yurdu’nda, 1913 yılında “Eski İstanbul ve İmar-ı Belde Belası” ve “İmar-ı Belde Fikrinin Yanlış Tatbikatından Mütevellit Tahribat” başlıklarıyla yayımlanıyor.

Savaş içinde mimarların kentle ilgisinin salt mimarlık sorunlarının dışında yeni konulara kaydığını görüyoruz. 1917 yılında Mimar Kemalettin Yeni Mecmua’da “Şehirlerde Yiyeceği Temin Edecek Müessesat” ve “İstanbul Şehrinde Muvasala Temini” konularında yazıyor. Böylece Türkiye’de perakende dağıtım kanalları ve kentiçi ulaşımla ilgili ilk yazılar yazılıyor. 

Şimdi gelelim Cumhuriyet dönemine... 
Cumhuriyet dönemi başladığında kent planlama bakımından iki temel soru var. Birisi yanmış çok sayıdaki Ege kentinin imarıydı, ikincisi ise Cumhuriyetin Ankara’yı başkent ilan etmiş olmasıydı. Bu devrimci bir karardı. Ankara’daki imar başarısı rejimin başarısı ile özdeşleşmişti; burada uğranılacak bir başarısızlık rejimin başarısızlığı olarak görülecekti. Bu çok bilinen öykü üzerinde durmayacağım.

Bu dönemde az bilinen, ama kent planlaması düşüncesi bakımından önemli olan başka birkaç gelişmeyi anlatmak istiyorum. Bunlardan birisi Türkiye’de ilk kez bir şehircilik ve yerel yönetim mevzuatının oluşmaya başlamasıdır. 1924-28 yılları arasında İstanbul Şehreminliği yapan Operatör Dr. Emin (Erkul) zamanında böyle bir külliyat oluşturulmaya başlamıştır. Bunlardan birisi, “İstanbul Şehremaneti” dergisinin yayımlanmasıdır. Böylece Türkiye’de ilk kez şehircilik ve yerel yönetim dergisi çıkmaktadır. İstanbul Şehremaneti çevresinde en önemli figür Osman Nuri (Ergin) olmuştur. Ünlü, dört ciltlik “Mecellei Umur-u Belediyye”yi yayınlıyor. Celal Esat Arseven, Camillo Sitte’nin ünlü kitabını, “Şehir Mimarisi” adıyla çeviriyor. Asıl ilginç olan, Operatör Dr. Emin Erkul’un kendisinin de, iki ciltlik bir şehircilik kitabını Fransızca’dan Türkçe’ye çevirmesidir. Bu Ed. Joillant’ın şehircilik kitabıdır. Emin Erkul aynı zamanda belediyecilik konusunda “Paris Şehremaneti Usul-ü Mali ve İdari Mecellesi”ni çeviriyor. Bunlar, bu konudaki ilk önemli toplu yayın faaliyetleri olmuştur. 

Bu tarihlerde bir başka gelişmenin ilk ipuçlarını görmeye başlıyoruz. Yavaş yavaş; Türkiye’de şehir plancılığı, topoğrafya hüneri olarak görülmekten çıkıp mimarların ilgi alanına girmeye başlıyor. 
Cumhuriyetin kent planlama düşüncesinin gelişerek bunun kurumlarının oluşturulması ise ancak 1930’lu yılların ilk yarısında gerçekleşiyor.

Bu yıllarda arka arkaya çıkan beş yasa var. Bu beş yasa, biri 1930 yılında çıkan ünlü 1580 sayılı Belediyeler Yasası, yine aynı yıl çıkan 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu. Bu iki temel yasayı, Yapı ve Yollar Kanunu, Belediye Bankası Kanunu, mühendislik ve mimarlık mesleğinin görülmesine ilişkin yasanın çıkması izliyor. Bunlar aslında modernist yasalar. Ben bunları kentte var olmanın ve kentte yaşamanın meşruiyet çerçevesini çizen kurumsal yapı olarak yorumluyorum. 

Bu dönemdeki gelişmeleri kavramak için aynı dönemdeki bir başka Cumhuriyet atılımı ile birlikte düşünmek gerekiyor. O da 1933 Üniversite Reformu’dur. Üniversite reformuyla birlikte Türkiye’ye o zaman için Almanya’nın çok önemli sosyal-kent plancıları ve akademisyenleri geliyor. Bunların birisi Ernst Reuter; kendisi İkinci Dünya Savaşı sonrasında Berlin Belediye Başkanı oluyor. Gerhard Kessler, Martin Wagner, Gustav Oelsner... Bunlar genellikle Alman Sosyal Demokratları. Bunların Türkiye’de planlamaya ve sosyal olaylara bakışın derinliğini artırmaya katkısı yüksek oluyor.

İstanbul Üniversitesi 1933 yılında reformu yaptığında Hukuk Fakültesi’nde “İktisat ve İçtimaiyat Enstitüsü” adlı bir enstitü kuruyor. Bu enstitüde şehircilik konferansları başlatılıyor ve bu konferansları “Komün Bilgisi” adlı bir kitapta topluyorlar. Bu konferanslardan birini Osman Nuri Ergin veriyor. Enstitü, Osman Nuri Ergin’in bu konferansını “Türkiye’de Şehirciliğin İnkişafı” adlı bir kitap halinde yayımlıyor. Denilebilir ki, bu kitapla Türk düşün adamları dünyaya ilk kez şehircilik alanında özgün bir tez ileri sürmüşlerdir. Osman Nuri Ergin, Batının kent modellerine karşı Türk şehirciliğinin imaret merkezli bir modeli savunabileceğini ileri sürüyor. Yani bir anlamda 1935’te ilk düşünce ürünü verilmiş oluyor.

1580 sayılı Belediyeler Kanunu çıktıktan sonra Şehremaneti Mecmuası, “İstanbul Belediye Mecmuası” adını alıyor. İçişleri Bakanlığı “Belediyecilik Dergisi” adlı çok kaliteli dergiler yayınlıyor ve sonra “Arkitekt” çıkıyor. Birden, dergilerimizin sayısında ve kalitesinde bir yükselme görüyoruz. Şehircilikle ilgili yazılarda bir çeşitlenme, kalite artması ortaya çıkıyor.

Şehir planlama pratiğindeki ve kavramsal çerçevesindeki bu gelişmelerin, beraberinde bölge planlama kavramını getirdiğini gözlüyoruz. 1940 yılında kapsamı çok sınırlı da olsa ilk bölge planlama yapılıyor. 1940 yılında Zonguldak havzasındaki kömür işletmeleri birleştirilerek devletin elinde toplanınca bütün alanın örgütleneceği bir bölge planı konusu olarak ortaya çıkıyor. Bu bölge planı raporunu Mithat Yenen hazırlıyor. 
Bu dönem içinde şehircilik konusundaki ilk telif kitap da 1937 yılında Celal Esat Arseven tarafından yazılıyor ve “Şehircilik” adıyla yayınlanıyor. Amerikan planlama yazınıyla Türkiye’nin tanışması 1940’lı yıllarda başlıyor. Celal Ulusan, Karl Lochmann’ın, “Şehir İmar Planlarının Tanzim Esasları” kitabını 1942’de tercüme ediyor. 

1940’lar, Türkiye’de mimarlıkta da “İkinci Ulusal Mimari” denilen akımın ortaya çıktığı bir dönem. Bu akım kendisini şehircilik alanında da “Türk kenti” kavramının devreye girmesinde gösteriyor. Sedad Hakkı 1943’te 
“Hep Bu Topraklardan” dergisine yazdığı bir yazıda Türk kenti kavramını savunuyor. Mithat Yenen, yine aynı yıllarda Türk kentinin dokusunu ortaya koymaya çalışıyor; bu akıma Celal Esat Arseven “Türk Bahçesi” kavramını geliştirerek katılıyor. 

Planlamanın sosyolojiyle ilişkisi ise 1935’lerde İstanbul için yapılan planlama yarışmasında gündeme geliyor. Yarışmacılardan, “Science Sociale” akımının izleyicisi, Fransız kökenli Agache Le Play, İstanbul için yarışmaya gönderdiği raporda bir kent planından çok bir sosyal program öneriyor. 

1946’lara gelindiğinde gecekonduların ilk ipuçları çıkar. 1930’ların Modernist meşruiyet çerçevesi içinde Türk aydını gecekonduyu kabul etmeye henüz hazır değildir. Türk aydını “haydi onlar köyüne” geri dönsün pozisyonunu benimsemiştir. Bu dönemde gecekonduyu savunan ilk yazıyı 1949’da Arkitekt dergisinde Kessler yazar. Bunların çok önemli bir başarıyı gerçekleştirdiğini, devletin yapamadığını yaptığını, önümüzdeki belediye seçimlerinde meclis üyelerinin bunların arasından seçilmesi gerektiğini savunur. 
Bu yüzyıllık öykünün sonunda, İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir başka büyük öykü başlar. Bir ülkenin yaşamında geçirebileceği en büyük dönüşümün içine girilir. Kırların çözülmesiyle kentlerin hızla büyümesi, her toplumun yaşayabileceği en büyük dönüşümdür. Türkiye bu büyük dönüşümü yaşamaya tam hazırlıksız olarak başlamamıştır. 1930’la 1946 arasında kentle ilgili bilgisini artırmış, kavramlarını derinleştirmiştir. Türkiye koşulları içinde bu konunun düşünülmesine el verecek araçlar ve düşünce altyapısı 1930-46 arasında ciddi olarak kurulmuş ve Türkiye’de tartışılmıştır. Ama Türkiye’nin Savaş sonrasında karşılaştığı büyük dönüşüm karşısında bu birikim yetersiz kalmıştır. 

Sanıyorum, Türkiye’de bu dönemi daha da derinliğine çalışmamız gerekir. Birçok alanda olduğu gibi bu alan da yeterli derecede çalışılmış değildir.


* Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin Mimar Yunus Aran anısına düzenlenen dizi konferansların 22.sinde, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde yaptığı konuşmadan alıntıdır.

kaynak: planlama.org


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Sosyal Hizmetlerin Gelişimi(5390)

Karşı Ütopyalar ve Kent(5378)

Ütopya Hakkında - Kent Ütopyaları Makalesi(5369)

Doğum Sonrası Aile Planlaması(5368)

Eleştiri ve Türkiyede Eleştiri(5367)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!