Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Hz Adem ve Hayatın Başlangıcı
www.arsivbelge.com
Hz Adem ve Hayatın Başlangıcı dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Hz Adem ve Hayatın Başlangıcı başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Hz Adem

Allah'ın yeryüzünde yarattığı ilk insan Âdem babamızdır. Daha sonra ona eş olarak Havva anamız yaratılmıştır. İnsan nesli, onlardan çoğalmıştır. Allah, Hazreti Âdem'i yaratacağını, önce meleklere haber vermiş; "Topraktan 'insan' adında bir varlık yaratıp onu yeryüzünün hâkimi (halifesi) yapacağım" demişti.

Allah'ın bildirdiğine göre, insanın meleklerden farklı bir yapısı vardı. Tabiatında hem iyilik, hem de kötülük yeteneği bulunuyordu. Böyle bir varlığın yeryüzünün hâkimi yapılmasına melekler hayret ettiler: "Ya Rab, bozguncu ve kan dökücü kimseleri halife mi yapacaksın, yeryüzünün idaresini onlara mı vereceksin?" diye sordular.
Allah onlara cevaben: "Varlıkların yaratılışındaki derin sırlar ve ince hikmetler sizin bildikleriniz kadar değildir. Ben, sizin bilmediklerinizi de bilirim," buyurdu. 
Sonra, Allah, Hz. Âdem'i yarattı. Ona, diğer varlıklardan farklı kabiliyetler verdi. Bunlardan biri de Âdem babamızın geniş bir öğrenme kapasitesine sahip oluşu idi. Allah, ona, bütün ilimleri özet halinde öğretti. Eşyanın iç yüzünü, evrenin sırlarını, varlıkların özelliklerini, kendinin isim ve sıfatlarını bildirdi. Yeryüzünün idaresi kendisine verilen biri için bu bilgiler çok gerekli idi.
Allah, ayrıca insanoğlunun bu üstün konumunun ortaya çıkmasını istiyordu. Bu sebeple, onu meleklerle bilgi bakımından imtihan etti. Melekler bu imtihanda Âdem'e yenildiler. Onun geniş bilgisi karşısında hayrete düştüler. Hz. Âdem'in meleklerden ilim yönünden üstün yaratıldığı böylece ortaya çıkmıştı.
Hazret-i Âdem'in üstünlüğü imtihan neticesinde ortaya çıkınca, Allah meleklere, "Âdem'e secde etmelerini" emretti. Bütün melekler, bu emri tereddütsüz yerine getirdiler. 
Yapılması emredilen bu secde, ibadet için değil, hürmet ve saygı içindi. Hazret-i Âdem'in üstünlüğüne boyun eğişin ve bu üstünlüğü ona veren Allah'a teslim oluşun sembolik ifadesi idi.
Melekler arasında İblis adında bir başka varlık daha vardı. Diğer bir ismi de Şeytan olan İblis, melekler gibi nurdan değil, ateşten yaratılmıştı. Uzun zamandır meleklerle birlikte bulunuyordu. İbadet ve bilgisiyle onlar arasında şerefli bir mertebeye ulaşmıştı. Meleklerin saygı duyduğu bir makama çıkmıştı. Ancak İblis, melekler gibi yaratılıştan masum (günahsız) değildi. Kibirliydi. İlim ve ibadetle ulaşmış olduğu yüksek mertebeyi, kendinden biliyordu. Bütün varlıklardan daha üstün olduğu inancı içindeydi. 
Allah, melekler arasında bulunan İblis'e de secde etmesini emretmişti. İblis, kibrine yediremeyerek secde emrine şiddetle karşı çıktı. Âdem'e secde etmeyeceğini bildirdi. Allah'ın, "Seni Âdem'e secde etmekten alıkoyan nedir?" sualine karşı da, içindeki gururunu apaçık ortaya döktü.
- Beni ateşten, Âdem'i ise topraktan yarattın. Bu sebeple ben ondan daha hayırlı ve üstünüm, dedi.
Şeytan, sanki kendini ateşten, Âdem'i topraktan yaratan ve ateş ile toprağa özelliklerini veren, Allah'tan başkası imiş gibi davranıyordu.
Eşyanın kendisinde bir özellik yoktu. Bütün meziyet ve özellikleri veren Allah'tı. Allah, Âdem'e bazı özellikler vererek onu diğer varlıklardan üstün kılmıştı. İblis ise, bu gerçeği kibri yüzünden kabûle yanaşmıyordu.
Hz. Âdem'e secde etmemesi, İblis'in içindeki kibir duygusunu açığa çıkarmıştı. Onun bu kendini beğenmiş haline Allah kızdı:
- İn bulunduğun makamdan. Rahmetimden çık git! diyerek İblis'i huzurundan kovdu.
İblis kibrinin tesirinde kalarak isyan etmiş, bir anda Cennet'ten, Allah'ın rahmetinden mahrum kalmıştı. Bu isyanı yüzünden şimdi Allah'ın kendisini yok etmesinden korkuyordu. Affetmesi için O'na yalvarmayı ise kendine yediremiyordu. Ümidi iyice kesilmişti. Son çare olarak, Allah'tan bir dilekte bulundu:
- Madem rahmetinden kovuldum, öyleyse bana insanların öldükten sonra tekrar dirilecekleri güne kadar mühlet ver. Hemen yok etme...
Allah, İblis'in bu dileğini kabûl etti.
- Kıyâmet gününe kadar sana mühlet verdim, dedi.
İblis, arzu ettiği mühleti alınca çok sevindi. Derhal insanoğluna düşmanlığını ilân etti. Bütün gücüyle onu Allah yolundan saptırmaya çalışacağını söyledi. İntikamını bu şekilde alacaktı.
İnsanları saptırma arzusunu açığa vurunca, Allah, İblis'i lânetleyerek, bir kere daha rahmetinden kovdu. Cennet'e girmeyi ona sonsuza dek yasakladı. İnsanlardan İblis'e uyanlar olursa, onları da İblis'le birlikte Cehenneme dolduracağını bildirdi.

Hz Adem Hakkında Daha Ayrıntılı Bilgi

Yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk pey­gamber, bütün insanların babası. Allahü Teâlâ Kur’ân-ı kerimde mealen bu­yurdu ki:

Muhakkak ki, İsa’nın hâli de (yani babasız dünyaya gelişi de) Allah indinde, Âdem’in hâli gibidir. Onu topraktan yarattı, sonra ona. “Ol” dedi, o da (can gelip) oluverdi. (Âli İmrân sûresi: 59)

Allahü Teâlâ Âdem’i (aleyhisselâm) yeryüzünün her tarafından aldırdığı topraktan yarattı. Bu sebeple zürriyetinden siy ah, beyaz, esmer, kır­mızı renkte olanlar olduğu gibi bazıları da bu renklerin arasındadır. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı halis ve temiz oldu. (Hadis-i şerif- Müsned-i Ahmed bin Hanbel) Çeşitli memleketlerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan şekline koydu. Mekke ile Tâif arasında kırk yıl yatıp (salsal) oldu. Yani pişmiş gibi kurudu, önce Muhammed aleyhisselâmın nuru alnına kondu: Sonra Muharrem’in onuncu Cuma günü ruh verildi. Her şeyin ismi ve faydası kendisine bildirildi. Boyu ve yaşı kesin ola­rak bildirilmedi. Allahü teâlânın emri ile bütün melekler, Âdem’e doğru secde etti, İblis, kibirlenip, bu emre karşı geldi ye secde etmedi. Âdem aleyhisselâm kırk yaşında Firdevs adındaki Cennet’e götü­rüldü. Cennet’de yâhut daha önce Mekke dışında uyurken, sol kaburga kemiğinden hiazret-i Havvâ yaratıldı. Allahü Teâlâ onları birbirine nikâh etti* Yasak: edilen ağaçtan unutarak önce Havvâ, sonra Âdem aleyhis­selâm yedikleri için Cennet’ten çıkarıldılar. Âdem aleyhisselâm Hindistan’da Seylan’ (Serendib) adasına, Havva ise, Cidde’ye indirildi. İki yüz sene ağlayıp yalvardıktan sonra, tövbe ve duâlari kabul olup, hacca gelmesi emir olundu. Arafat ovasında Havva ile buluştu. Kâbe’yi, yaptı. Her sene hac yaptı. Arafat meydanında veya başka meydanda, kıyâmete kadar gelecek çocukları belinden zerreler hâlinde çıkarıldı, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye soruldu. Hepsi; “Evet” dedi. Sonra hepsi zerreler hâline gelip, beline girdiler.

Yâhud belinden yalnız kendi çocukları çıktı. Sonra Şam’a geldiler. Burada çocukları oldu. Neslinden kırk bin kişiyi gördü. Bin beş yüz yaşında iken çocuklarına peygam­ber oldu. Çocukları çeşitli dillerde konuştu. Cebrâil aleyhisselâm on iki kere geldi. Oruç, her gün bir vakit namaz; gusül abdesti emredildi. Kendisine kitap yerilip;fizik, kimya, tıp, eczacılık, matematik bigileri öğretildi. Süryânî, İbrânî ve Arabi diller ile kerpiç üstüne çok kitap yazıldı. Bir rivayete göre iki bin yaşında iken Cumâ günü vefât etti. Hazret-iHavvâ da kırk sene sonra vefât etti. Kabirlerinin Kudüs’de veya Mina’ da Mescid-i Hıf’de veya Arafat’da olduğu rivâyetleri vardır. (Nişancızâde ve Sa’lebî)

DÜNYA HAYATININ BAŞLAMASI

İblis'in Cennet'e girişinin yasaklanmasından sonra, Allah, Âdem babamıza eş olarak Havva anamızı yarattı. İkisini birlikte Cennetine koydu. Havva'nın yaratılışı ile Hazret-i Âdem'in yalnızlığı giderilmişti.
Allah onları Cennet'e yerleştirirken: 

- Ey Âdem! Sen ve âilen Cennet'te oturun. Cennettin nimetlerinden bol bol yararlanın, diyordu. Orada açlık ve susuzluk çekmeyeceklerini de bildiriyordu.
Âdem ile Havva'ya Cennet'te dilediklerini yapma özgürlüğü verilmişti. Ancak bu geniş özgürlüğün bir tek istisnası vardı. O da Cennet'te bulunan bir ağaca, hiçbir şekilde yaklaşmamak ve meyvelerinden yememekti. Aksi halde Cennet'ten çıkarılacaklardı.
İblis, Âdem ile Havva'nın Cennet'e girişi üzerine, kıskançlık krizleri geçiriyordu. Onları kandırıp Allah'a isyan ettirmek için plânlar yapmaya başlamıştı.
Cennet'te bir ağacın Âdem ile eşine yasaklandığını duyunca çok sevindi. Onları, bu yasaklanan ağaca yaklaştırmalı ve meyvesinden yedirmeliydi. İblis'in şeytanî zekâsı buna bir çare bulmakta gecikmedi.
İblis, Âdem'de, Cennet'te devamlı kalma arzusunu uyandırmayı düşünüyordu. Yasak ağacın meyvesinden yemekle bu işin gerçekleşeceğini söyleyecekti.
Hz. Âdem ile eşi Hz. Havva, Cennet'te birlikte gezerlerdi. Bazen Cennet'in kapısına yakın dolaştıkları da olurdu. Şeytan ise, Cennet'in dışında dolanır, Âdem ile Havva'yı gözetlerdi. Konuşmak için fırsat arardı. Nihayet bir gün aradığı fırsatı buldu.
Âdem ile Havva'nın kapıya yakın geldikleri bir sıradaydı. İblis, dışardan onlara seslenerek yanlarına çağırdı. Yasak ağacın meyvesinden yedirmek için diller dökmeye başladı:
- Ey Âdem! Size Cennet'te devamlı kalmanın, bitmeyen bir saltanata kavuşmanın yolunu göstereyim mi?
- Nedir o, göster bakalım?
Şeytan parmağını uzatmış, Allah'ın yasakladığı ağacı işaret ediyordu. Hz. Âdem, Şeytan'ın kendisini kandırmak istediğini anlamıştı. Kızarak yanından kovdu.
İblis ilk anda netice alamamıştı. Fakat ümidini yitirmiş değildi. Âdem ile Havva'yı her görüşünde, aynı sözleri tekrarlayıp durdu. Onlara Cennet'te devamlı kalamayacaklarını hatırlatıyordu. "Cennet'te devamlı kalmak istiyorsanız, o meyveyi yemekten başka çareniz yok" diyordu. Hattâ doğru söylediğine ve Âdem ile Havva'nın yalnızca iyiliklerini isteğine dair yeminler bile ediyordu. Sonunda onları razı etti.
Hz. Âdem ile Hz. Havva yasak ağacın meyvesinden yer yemez, üstlerindeki Cennet elbiseleri uçup gitti. Bir anda çıplak duruma düştüler. Utançlarından, Cennet ağaçlarının yaprakları ile örtünmeye çalıştılar. Yaptıkları hatayı anlamışlardı. Fakat ne yazık ki, iş işten geçmiş, Şeytan'a aldanarak Allah'ın emrine âsi olmuşlardı. 
Hz. Âdem ile Havva, yaptıkları işten büyük bir pişmanlık duyuyorlardı. Korku içinde Allah'ın vereceği hükmü bekliyorlardı. Cenâb-ı Hak, önce onlara:
- Ben ikinize de bu ağacı yasaklamadım mı? Şeytan sizin en azılı düşmanınızdır, demedim mi? diye sordu. Hz. Âdem ile Havva, bu ilâhî sesleniş karşısında ezildiler, utançlarından âdeta eridiler. Suçlarını itiraf ederek, yaptıkları işten pişman olduklarını belirttiler:
- Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmederek yazık ettik. Eğer bizi bağışlayıp merhamet buyurmazsan, büyük zarara uğrarız.
Artık Âdem ile Havva için yeni bir hayat başlıyordu. Şeytan'a uymanın cezası olarak Cennet'ten çıkarılıp, yeryüzüne gönderiliyorlardı. Dünyada türlü türlü zorluklar onları bekliyordu. Kendileriyle birlikte Şeytan da yeryüzüne sürülüyordu.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem'i, Hz. Havva'yı ve Şeytan'ı yeryüzüne gönderirken, "Birbirinize düşman olarak yeryüzüne ininiz," buyurdu.
Hz. Âdem ile Havva, yeryüzünde ayrı ayrı yerlere indirildiler. Hz. Âdem Hindistan'ın güneyinde bir ada olan Seylan adasına, Hz. Havva ise Cidde'ye yerleştirildi. Uzun seneler birbirlerinden ayrı yaşadılar. Gece gündüz affedilip bağışlanmaları için gözyaşı döküyor, Allah'a yalvarıyorlardı. Bir de Allah'tan kendilerini yine bir araya getirmesini istiyorlardı.
Yapılan bu ihlâslı tövbe ve duaları, sonunda Allah kabûl etti. Onların günahlarını bağışladı. Mekke civarındaki Arafat denen yerde Âdem ile Havva'yı birbirlerine kavuşturdu.
Hz. Âdem ile Havva'nın Cennet'ten çıkarılmaları, Şeytan'ın umduğunun aksine insanlığın faydasına olmuştur.
Her şeyden önce, bu olay, insanın yaratılış gayesinin gerçekleşmesine sebep olmuştur. Yeryüzünün idarecisi olarak yaratılan insanın, Cennet'te iken bu vazifeyi omuzlamasına imkân yoktu. İkinci olarak: Bu olay neticesinde insanoğlu için tövbe yolu açılmıştır. İnsan, yaradılışı icabı, günah ve hatalardan kurtulamaz. Bu yaratılışta olan insan için tövbe büyük bir nimettir. Üçüncü olarak da: Bu olay, Şeytan'ın insanoğluna olan düşmanlığının derecesini göstermiş, ona uymanın vereceği zararları gözler önüne sermiştir. İnsanlar, bu olayı devamlı hatırlayıp gerekli dersi ve ikazı alacaklardır.
Hazret-i Âdem ile Havva'nın buluşmalarından sonra, insan nesli sür'atle çoğalmaya başladı. Cenâb-ı Hak, Âdem'i, kendisinden çoğalan bu insanlara ayrıca Peygamber yaptı. Böylece o, hem ilk insan, hem de ilk Peygamber olma şerefini elde etti.
Hazret-i Âdem, vefatına kadar Peygamberlik vazifesine devam etti. Kendisine Allah'ın emir ve yasaklarını belirten 10 sahifelik bir kitap verildi. Âdem Peygamber, bu sayfalardaki ilahî gerçekleri oğullarına öğretiyordu. Onları, devamlı Şeytan'ın aldatmasına karşı uyarıyordu.

•    HABİL ile KABİL
Hz. Âdem, yeryüzüne indirildikten bir süre sonra, meleklerin yardımıyla, Kâbe'yi inşâ etmişti. Kâbe, bu bakımdan yeryüzünde yapılan ilk mâbeddir (ibadet edilen yer). 
İlk insan ve ilk Peygamber Hz. Âdem 1000 yıl gibi çok uzun bir ömürden sonra vefat etti. Oğulları onu, Ebû Kubeys dağına defnettiler. İki sene sonra da Hz. Havva vefat etti. Onu da Hz. Âdem'in yanına defnettiler.
Havva anamızın Hâbil ile Kâbil adında iki erkek çocuğu dünyaya gelmişti. Kâbil, Hâbil'den bir yaş büyüktü.
Aradan yıllar geçti. Hz. Âdem'in bu iki oğlu büyüdüler. Çalışıp babalarına yardımcı olacak yaşa geldiler. Habil, Kâbil'den küçük olmasına rağmen, ağabeyinden daha güçlü, kuvvetliydi. Fakat aynı zamanda yumuşak huylu, merhametli, iyi biriydi. Kâbil ise hırçın, sinirli, kindardı. Hz. Âdem bu iki oğlu arasında iş bölümü yapmıştı. Kâbil tarım işleriyle uğraşıyor, Habil de çok sevdiği koyun, sığır gibi hayvanları otlatıyordu.
Aradan bir müddet geçti. Habil ile Kâbil, iyice büyüdüler, gürbüz birer delikanlı oldular. Artık evlilik çağları da gelmişti. Hz. Âdem, oğullarını Allah'tan gelen emre göre evlendirirdi. Habil ile Kâbil'in eşi olacak kızları da yine Allah'ın emrine göre seçmişti. Ne var ki, Habil'in evleneceği Aklima adındaki kız, Kâbil'inkine nisbetle daha güzeldi. Bu durum, Kâbil'in kıskançlık duygularını kabartmıştı. Aklima ile kendisi evlenmek istiyordu. Ama bu istek Allah'ın emrine aykırıydı.
Hz. Âdem, Kâbil'e bu durumu açık bir dille izah etti. Ancak Kâbil, isteğinde direniyordu. Babasından bu işe bir çare bulmasını istiyordu. Hz. Âdem, söz ve öğütlerinin Kâbil'e te'sir etmediğini görünce, mes'eleyi Allah'a havale etti. Oğullarından, Allah'a birer kurban sunmalarını istedi. Kimin kurbanı kabûl edilirse, Aklima ile o evlenecekti.
Kurban, rızâsını kazanmak için Allah'a sunulan hediyelerdir. Allah'a sunulan bu hediyeler bir dağın tepesine konulurdu. Allah kurbandan razı olursa, gökten yıldırım gibi bir ateş gönderir, sunulan o kurbanı yaktırırdı. Kabûl olmayan kurban ise, ateş değmemiş halde kalır, sahibinin de yüzü halk arasında kara çıkardı.
Habil çobanlık yaptığı için güttüğü koyunlardan en besilisini seçip kesti. Bir dağın tepesine koydu. Ziraatçılıkla uğraşan Kâbil de, meyve ve sebzelerin pek güzel olmayanlarından bir sepet doldurup Habil'in kurbanının yanına bıraktı. Kurbanlardan hangisinin kabûl edildiğini anlamak üzere, ertesi günü babalarıyla beraber dağın tepesine çıktılar. Habil'in kurbanının yerinde sadece küller vardı. Kâbil'inki ise olduğu gibi duruyordu. Bu durumda, Kâbil'in isteği Allah tarafından reddedilmişti.
Habil kurbanının kabûl edilmesinden dolayı sevinip Allah'a şükrederken, Kâbil de öfke ve kıskançlık içinde kıvranıyordu. Babasına dönüp sitem ediyor, "Sen Habil'e dua ettiğin için Allah onun kurbanını kabûl etti. Bana dua etmedin. Beni sevmiyorsun. Hep Habil'den taraf oluyorsun..." diyordu. Hz. Âdem ise, onu yumuşatmaya çalışıyor, ondan Allah'ın hükmüne boyun eğmesini istiyordu.
Bu olay, Kâbil'in Habil'e duyduğu haset ve kıskançlığı daha da artırmıştı. Öfkesini kabartmıştı. Böylelikle Şeytan'a da bulunmaz bir fırsat çıkmıştı. Derhal Kâbil'e gelip kulağına şu uğursuz fikri fısıldamaya başladı: "Daha ne duruyorsun? Kardeşini öldür. Kurtul ondan..."
Kâbil, önceleri bu fikri kafasından atmaya çalıştı. Fakat sonunda Şeytan'ın telkinlerine ve içindeki kin ve haset duygularının tahriklerine kapıldı. Nihayet bir gün, aradığı fırsatı buldu. Habil'i bir dağ başında yalnız halde görmüştü. Koşarak yanına vardı. Burnundan kin ve öfke soluyarak: "Son duanı yap! Seni öldüreceğim!" dedi.
Habil şaşırmıştı. Gözleri hayretten büyümüş, ağabeyine bakıyordu. "Niçin öldüreceksin beni?" diye sordu. "Ben sana ne kötülük yaptım ki?.."
Kâbil dişlerini sıkarak cevap verdi: "Daha ne olsun... Babam seni benden fazla seviyor. Sana dua ediyor. Allah da senin kurbanını kabûl etti..."
Habil yumuşak bir sesle: "Beni öldürmen hiçbir şeyi değiştirmez ki. Üstelik böyle bir işi yaparsan, babamın sevgisini tamamen kaybedersin. Allah'ın öfke ve lânetine iyice uğrarsın. Cehennemlik olursun."
Fakat Kâbil bir türlü yumuşamıyor, içindeki kin ve nefreti susturamıyordu. 
Hâbil'in sakin hâli, Kâbil'i daha da öfkelendirdi. Yerden büyükçe bir taş alarak kardeşine arkasından sessizce yaklaştı. Gafil avlamak istiyordu. Birden üzerine atılarak elindeki taşla başına vurmaya başladı. Vurdu, vurdu, vurdu... Habil bir külçe gibi yere yığılıncaya kadar vurmaya devam etti. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Yeryüzünde ilk cinayet böylece işlenmiş, ilk kan toprağa damlamıştı. 
Kâbil, kardeşinin kanlı cesedi başında donup kalmıştı. Neden sonra kendine geldi. Yaptığı işin korkunçluğunu ve fenalığını anladı. 
İçini korku, üzüntü doldurmuştu. Sanki canlı cansız her şey hep bir ağızdan: "Katil, katil..." diye bağırıyordu Kardeşinin cesedini ne yapacaktı? Düşünüyor, düşünüyor, fakat aklına bir fikir gelmiyordu. Kâbil, kardeşinin cesedini ne yapacağını düşünüp dururken, birden bir karga gözüne ilişti. Yanında ölü başka bir karga vardı. Hayvan gagası ve ayakları ile yeri eşeliyor, bir çukur açmaya çalışıyordu. İşini bitirince, ölü karganın cesedini, açtığı çukura itiverdi. Üzerine de yine ayakları ve gagasıyla toprağı örttü.
Kâbil, bütün bu olanları büyük bir şaşkınlık içinde izlemişti. Kendi kendine mırıldandı: "Yazıklar olsun bana. Bir karga kadar bile olamadım."
Hemen çukur kazmaya başladı. Çukur açma işini tamamlayınca, cesedi sürükleyip içine koydu. Üzerini de toprakla kapattı. Ceset ortadan kalkınca, biraz olsun rahatlamıştı.
Bu sırada Hz. Âdem, oğullarının geciktiğini görünce onları aramaya çıkmıştı. Kâbil, uzaktan babasının kendine doğru yaklaştığını görünce, birden korkup telâşa kapıldı. Koşarak kaçmaya başladı. Hz. Âdem, Kâbil'in bu telâş ve kaçışından endişelendi. Kötü şeyler olduğu anlaşılıyordu.
Biraz sonra yerdeki kan lekelerini ve yeni örtülen çukuru görünce durumu anladı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Kaçan oğlunun ardından, "Kâbil, kardeşine ne yaptın?" diye bütün gücüyle bağırdı.
Hz. Âdem'in sesi öyle yüksek çıkmıştı ki, Kâbil, bütün dünyanın bu sesi işittiğini sanmıştı. Korkusu daha da artmıştı. Dağın eteklerinden indi, hiç durmadan kaçmasına devam etti.

kaynaklar: Betül Bozali'nın yazısından ve evodevcim.com sitesinden yararlanılmıştır


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Hz. Muhammedin Hayatı ve islamiyetin Doğuşu(5370)

Hz. Muhammedin Hayatı(5369)

Hz Hatice: İlk Eş ve İlk Yoldaş(5368)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!