Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Mevlana’nın Hayatı ve Sözleri
www.arsivbelge.com
Mevlana’nın Hayatı ve Sözleri dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Mevlana’nın Hayatı ve Sözleri başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

              Hazret-i Mevlana’nın Hayatı

Mevlana’nın asıl adı Muhammed Celaleddin’dir. Mevlana ve Rumi de, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlana ismi O’na daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled’den itibaren Mevlana’yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlana’nın, Rumi diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-ı Rum denilen Anadolu ülkesinin vilayeti olan Konya’da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.

Doğum Yeri ve Yılı

Mevlana’nın doğum yeri, bugünkü Afganistan’da bulunan, eski büyük Türk Kültür merkezi Belh’tir. Mevlana’nın doğum tarihi ise 30 Eylül 1207 (6 Rebiu’l-evvel, 604) dir.

Nesebi (Soyu)

Asil bir aileye mensup olan Mevlana’nın annesi, Belh Emiri Rükneddin’in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşahlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melike-i Cihan Emetullah Sultan’dır. Babası, Sultanü’l-Ulema (Alimlerin Sultanı) ünvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled; büyükbabası, Ahmet Hatibi oğlu Hüseyin Hatibi’dir. Eflaki’ye göre Hüseyin Hatibi, ilmi deniz gibi engin ve geniş olan bir alim idi. Din ilminin üstadı ve alimlerin büyüklerinden sayılan, güzel şiirler söyleyen Nişaburlu Raziyüddin gibi bir zat da talebelerindendi. Kaynaklar ve Mevlana’nın sevgi yolunda gidenler eserlerinde Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled’in nesebinin, anne cihetiyle ondördüncü göbekte Hazret-i Muhammed’in torunu Hazret-i Hüseyin’e, baba cihetiyle de onuncu göbekte Hazret-i Muhammed’in seçilmiş dört dostundan ilki Hazret-i Ebu Bekir Sıddık’a ulaştığını kaydediyorlar.

Babası Bahaeddin Veled Hazretleri’nin Şahsiyeti

Bahaeddin Veled, 1150’de Belh’de doğmuş, babası ve dedesinin manevi ilimleriyle yetişmiş; ayrıca Necmeddin-i Kübra (? – 1221)’dan feyz almıştır. Bahaeddin Veled bütün ilimlerde eşi olmayan, olgun mana sultanı idi. İlahi hakikatler ve Rabbani ilimlerden meydana gelen uçsuz bucaksız bir deniz gibi olan Bahaeddin Veled, Horasan Diyarının, en güç fetvaları halletmede, tek üstadı idi ve vakıftan hiçbir şey almazdı; devlet hazinesinden kendisine tahsis edilen maaşla geçinirdi. Kaynakların ittifakla rivayetine göre, devrinin alimleri ve ulu müftüleri, Hazreti Muhammed’in manevi işaretiyle, Baheddin Veled’e Sultanü’l- Ulema ünvanını vermişlerdir. Bundan sonra da Bahaeddin Veled bu ünvanla yad edilmiştir. Bu ünvanın verilişi Türklerin adetiyle de izah edilebilir. Türkler, yüksek kabiliyet ve fazilet sahiplerinin tanınmadan kaybolup gitmesine, unutulmasına razı olmazlardı. Onları halkın gözünde belirtmek, halkı ilim ve irfana yöneltmek için o gibi büyüklere layık oldukları birer unvan verilirdi. Bu anane, Türklerin ilme, fazilete karşı saygı duygularını gösteren parlak bir delildir. Hatta anane gereğince imzaların üstünde bu ünvanları kullanmaya mecburdurlar onlar kazandıkları bu ünvanları kendileri için manevi bir rütbe yayarlar, nefisleri için bundan asla gurur duymazlardı. Alimler gibi giyinen Bahaeddin Veled, adeti üzere, sabah namazından sonra, halka ders okutur; öğle namazından sonra dostlarına sohbette bulunur; pazartesi günleri de bütün halka va’z ederdi. Va’zı esnasında umumiyetle, Yunan filozoflarının fikirlerini benimseyenlerin görüşlerini reddeder ve “Semavi (Allah’dan olan ilahi) kitapları arkalarına atıp, filozofların silik sözlerini önlerine alıp itibar edenlerin nasıl kurtulma ümidi olur” derdi. Bu arada Yunan felsefesini okutan ve savunan Fahreddin-i Razi’ye ve ona uyan Harezmşah’ın aleyhinde bulunur; onları bidat ehli (dinde, peygamber zamanında olmayan, yeniden beğenilmeyen şeyleri çıkaranlar) olarak görür ve şöyle derdi: “Muhammed Mustafa’nın yürüyüşünden dahi iyi yürüyüş, yolundan daha doğru bir yol görmedim”

Hazret-i Mevlana’nın Babası ile Belh’ten Çıkışları ve Konya’ya Gelişleri

Esasen tasavvuf ehline iyi gözle bakmayan ve bunların Harezmşah katında saygı görmelerini çekemeyen Fahreddin-i Razi, Bahaeddin Veled’in açıkça kendi aleyhine tavır almasına da çok içerlediğinden onu Harezmşah’a gammazladı. Bahaeddin Veled’in de gönlü Harezmşah’tan incindi ve Belh’i terk etti. Ancak araştırıcılar, Bahaeddin Veled’in Belh’ten göç etmesine sebep olarak, Moğol istilasını gösterirler. Sultanü’l-Ulema, aile fertleri ve dostlarıyla Belh şehrini 1212-1213 tarihlerinde terk ettikten sonra Hacca gitmeye niyet etmişti. Nişabur’a uğradı. Göç kervanıyla Bağdat’a yaklaştığında, kendisine hangi kavimden olduklarını ve nereden gelip nereye gittiklerini soran muhafızlara Sultanü’l-Ulema Şeyh Bahaeddin Veled şu manidar cevabı verir: “Allah’dan geldik, Allah’a gidiyoruz. Allah’dan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur.” Bu söz Şeyh Şehabeddin-i Sühreverdi (1145-1235)’ye ulaştığında: “Bu sözü Belhli Bahaeddin Veled”den başkası söyleyemez” dedi, samimiyetle ve muhabbetle karşılamaya koştu. Birbirleriyle karşılaşınca Seyh Sühreverdi, katırından inip nezaketle Bahaeddin Veled’in dizini öptü, gönülden hürmetlerini sundu. Bahaeddin Veled, Bağdat’ta üç günden fazla kalmadı ve Kufe yolundan Kabe’ye hareket etti. Hac farizasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam’a uğradı. Bahaeddin Veled, yanında biricik oğlu Mevlana olduğu halde, göç kervanıyla Şam’dan Malatya’ya, oradan Erzincan’a, oradan Karaman’a uğradılar. Karaman’da bir müddet kaldıktan sonra, nihayet Konya’yı seçip oraya yerleştiler.

Göç Yolunda Hazret-i Mevlana’ya Teveccühte Bulunan Mutasavvıflar

Şeyh Attar Hazretleri: Belh’i terk ettikten sonra Bağdat’a doğru yola çıkan Bahaeddin Veled, Nişabur’a vardığında ziyaretine gelen Şeyh Feridüddin-i Attar (1119-1221;1230) ile görüşüp sohbet eder. Sohbet esnasında Şeyh Attar, Mevlana’nın nasiyesindeki (alnındaki) kemali görür ve ona Esrar-name adlı eserini hediye eder ve babasına da; “Çok geçmeyecek ki, bu senin oğlun alemin yüreği yanıklarının yüreklerine ateşler salacaktır.” der.

Şeyh-i Ekber Hazretleri: Sultanü’l-Ulema, Hac farizasını yerine getirdikten sonra dönüşte Şam’a uğradı. Orada Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbnü’l-Arabi (1165-1240) ile görüştü. Şeyh-i Ekber, Sultaü’l-Ulema’nın arkasında yürüyen Mevlana’ya bakarak: “Sübhanallah! Bir okyanus bir denizin arkasında gidiyor” demiştir.

Hazret-i Mevlana’nın Evlenmesi

Karaman’da bulundukları 1225 tarihinde Mevlana, babasının buyruğu ile itibarlı, asil bir zat olan Semerkantlı Hoca Şerafeddin Lala’nın, huyu güzel, yüzü güzel kızı Gevher Banu ile evlendi. Mevlana dünya evine girdiğinde onsekiz yaşındadır.
Hazret-i Mevlana’nın, Konya’ya Yerleşmeleriyle İlgili Yorumu: “Hak Teala’nın Anadolu halkı hıkkında büyük inayeti vardır ve Sıddik-ı Ekber Hazretlerinin duasıyla da bu halk bütün ümmetin en merhamete layık olanıdır. En iyi ülke Anadolu ülkesidir; fakat bu ülkenin insanları mülk sahibi Allah’ın aşk aleminden ve deruni zevkten çok habersizlerdir. Sebeplerin hakiki yaratıcısı Allah, hoş bir lutufta bulundu, sebepsizlik aleminden bir sebep yaratarak bizi Horasan ülkesinden Anadolu vilayetine çekip getirdi.

Haleflerimize de bu temiz toprakta konacak yer verdi ki, ledünni (Allah bilgisine ve sırlarına ait) iksirimizden (altın yapma hassamızdan) onların bakır gibi vücutlarına saçalım da onlar tamamıyla kimya (bakışıyla, baktığı kimseyi manen yücelten olgun insan); irfan aleminin mahremi ve dünya ariflerinin hemdemi (canciğer arkadaşı) olsunlar.”

Hazret-i Mevlana’yı Yetiştiren Mutasavvıflar

Sultanü’l-Ulema Şeyh Bahaeddin Veled Hazretleri

Önceki bahislerde şahsiyetini belirtmeye çalıştığımız Bahaeddin Veled, Mevlana’nın ilk mürşididir. Yani Mevlana’ya Allah yolunu öğretip, tasavvuf usulunce hakikatleri ve sırları gösteren tarikat şeyhidir. Bütün İslam aleminde yüksek itibar ve şöhrete sahip olan Bahaeddin Veled, Selçukluluların Sultanı Alaaddin Keykubat’tan yakın alaka ve sonsuz hürmet görür. Bahaeddin Veled, 3 Mayıs 1228 tarihinde Selçukluların baş şehri Konya’yı şereflendirip yerleştikden kısa bir süre sonra, son derece samimi dindar olan Sultan Alaaddin Keykubat (saltanat müddesi 1219-1236), sarayında Bahaeddin Veled’in şerefine büyük bir toplantı tertip etti ve bütün ileri gelenleriyle birlikte onun manevi terbiyesi altına girdi. Sultaü’l-Ulemaya gönülden bağlı olan Sultan Alaaddin onu hayranlıkla şöyle över; “Heybetinden gönlüm tir tir titriyor, yüzüne bakmaktan korkuyorum. Bu eri ördüke, gerçekliğim, dinim artıyor. Bu alem, bendem korkup titrerken ben, bu adamdan korkuyorum, ya Rabbi, bu ne hal? İyice inandım ki o, cihanda nadir bulunan ve eşi benzeri olmayan bir Allah dostudur.” Dünya sultanına hükmeden, eşsiz Allah dostu mana ve gönül sultanı Bahaeddin Veled, 24 Şubat, 1231 tarihinde Cuma günü kuşluk vaktinde ebedi alemde göçtü. Geriye Muhammed Celaleddin gibi bir hayırlı oğul ile Maarif gibi bir eser bıraktı. Sultanü’l-Ulema, sadece duygu ve düşüncelerini açıkladı şöhret peşinde koşmadı. Etrafındakilerini yetiştirdi ve onları daima aydınlattı.

Seyyid Burhaneddin Hazretleri

Bahaeddin Veled’in irtihalinde Mevlana yirmidört yaşında idi. Babasının vasiyeti, dostlarının ve bütün halkın yalvarmaları ile babasının makamına geçti, oturdu. Mevlana, babasından sonra, Seyid Burhaneddin'i buluncaya kadar bir yıl mürşidsiz kaldı. 1232 tarihinde babasının değerli halifesi Seyyid Burhneddin-i Muhakkık-ı Tirmizi, Konya’ya geldi. Mevlana onun manevi terbiyesi altına girdi.

Seyyid Burhaneddin, mertebesi çok yüksek bir kamil mürşid idi. Maarif adlı eseri irfanının delilidir. Kendisine, daima kalblerde bulunan sırları bilmesinden dolayı, Seyyid Sırdan denirdi. Seyyid Burhaneddin, ta çocukluk yıllarında bir lala gibi omuzlarda taşıyıp dolaştırdığı Mevlana’ya dedi ki: “Bilginde eşin yok, seçkinsin. Ama baban hal (manevi makam) sahibiydi, sen de onu ara, kalden (sözden) geç. Onun sözlerini iki eline kavramışsın; fakat benim gibi onun haliyle de sarhoş ol. Böylece de ona tam mirasçı kesil; cihana ışık saçmada güneşe benze. Sen zahiren babanın mirasçısısın; ama özü ben almışım; bu dosta bak, bana uy.” Mevlana babasının halifesinden bu sözleri duyunca samimiyetle onun terbiyesine teslim oldu. Mevlana candan, samimiyetle, Seyyid Burhaneddin’i babasının yerine koydu ve gerçek bir mürşid bilerek gönülden, tam dokuz yıl ona hizmet etti. Bu zaman zarfında, o kamil mürşidin kılavuzluğu ile mücahede (nefsi yenmek için gayret sarfederek) ve riyazetle o kamil arifin feyizli sohbet ve nefesleriyle pişti, olgunlaştı, baştan ayağa nur oldu; kendinden kurtuldu, mana sultanı oldu. Nitekim, Mesnevi’sindeki şu iki beyit, piştiğinin, kamil insan mertebesine ulaştığının ifadesidir; “Piş, ol da bozulmaktan kurtul... Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol. Kendinden kurtuldun mu, tamamiyle Burhan olursun. Kul olup yok oldun mu sultan kesilirsin.”

Hazret-i Mevlana’nın Konya Dışına Seyahati

Halep ve Şam’a Gidişi: Mevlana, yüksek ilimlerde daha çok derinleşmek için, Seyyid Burhaneddin’in izniyle Haleb’e gitti. Halaviyye Medresesi’nde, fıkıh, tefsir ve usul ilimlerinde üstün bir alim olan Adim oğlu Kemaleddin’den ders aldı. Mevlana, Halep’teki tahsilini bitirdikten sonra Şam’a geçti. Burada, ilmi incelemeler yapmak için dört yıl kaldı. Bu zaman zarfında Şam’daki alimlerle tanışıp, onlarla sohbet etti.

Şam’da Şems-i Tebrizi Hazretleri ile Bir Anlık Görüşme

Eflaki’ye göre Mevlana, Şam’da Şemseddin-i Tebrizi ile görüşmüştür; fakat bu görüşme kısa bir müddettir ve şöyle cereyan etmiştir. Şemseddin-i Tebrizi, bir gün halkın arasında, Mevlana’nın elini yakalayıp öper ve ona “Dünyanın sarrafı beni anla!” diye hitap eder ve kaybolur. İşte bu sohbet veya bir anlık görüşme tarihinden takriben sekiz sene sonra Şems, Konya’ya gelecek ve Mevlana ile içli dışlı sohbet edecektir.

Hazret-i Mevlana Kamil Bir Mürşid

Yedi yıl süren Halep ve Şam seyahatinden sonra Konya’ya dönen Mevlana, Seyyid Burhaneddin’in arzusu üzerine birbiri arkasına, candan istekle ve samimiyetle, üç çile çıkardı. Yani üç defa kırkar gün (yüzyirmi gün) az yemek, az içmek, az uyumak ve vaktinin tamamını ibadetle geçirmek suretiyle nefsini arıttı. Üçüncü çilenin sonunda Seyyid Burhaneddin, Mevlana’yı kucaklayıp öptü; takdir ve tebrikle, “Bütün ilimlerde eşi benzeri olmayan bir insan, nebilerin ve velilerin parmakla gösterdiği bir kişi olmuşsun... Bismillah de yürü, insanların ruhunu taze bir hayat ve ölçülemiyecek bir rahmete boğ; bu suret aleminin ölülerini kendi mana ve aşkınla dirilt.” Dedi ve onu irşad ile görevlendirdi. Seyyid Burhaneddin, daha sonra, Mevlana’dan izin alıp Kayseri’ye gitmiş ve orada ebedi aleme göçmüştür (1241-1242). Türbesi Kayseri’dedir. Mevlana Seyyid Burhaneddin’in Konya’dan ayrılışından sonra, irşad (Allah Yolunu gösterme) ve tedris (öğretim) makamına geçti. Babasının ve dedelerinin usullerine uyarak beş yıl bu vazifeyi başarı ile yaptı. Rivayete göre dini ilimleri tahsil eden dört yüz talebesi ve on binden çok müridi vardı.

Hazret-i Mevlana’nın Dostları, Halifeleri; Kendisine ilham Kaynağı Olan Mutasavvıflar

Şems-i Tebrizi Hazretleri
Bu zatın adı, Şemseddin Muhammed olup doğumu 1186 dır. Tebrizli Melekdad oğlu Ali’nin oğlu olan Şems, tahsilini bitirdikten sonra, zamanının yegane şeyhi olarak gördüğü Tekbirzi Şeyh Ebu Bekir Sellebaf’a (sele ve sepet örücüsüne) intisap etti ve onun terbiye ve irşadıyla yetişip olgunlaştı. Şems, ulaştığı manevi makama kanaat etmediğinden daha olgun mürşidler bulmak arzusuyla seyehate çıktı. Senelerce takati tükenircesine bir çok bir çok yerler dolaştı, zamanının arifleriyle görüştü. Bu arifleri, mana alemindeki uçuşunda kinaye olarak Şems’e, Şems-i Perende (Uçan Güneş) adını vermişlerdir. Şems, ta çocukluğundan itibaren fikren ve ruhen hür bir derviş, kendinden geçercesine ilahi aşka dalarak yaşayan bir şahsiyetti. Şems, kendisini ruhen tatmin edecek seviyede bir Hak dostu bulamayan ve hep kendi mertebesinde bir sohbet arkadaşı arayan bir kamil velidir. Yana yakıla, kendisine muhatap olabilecek, sohbetine dayanabilecek bir dost arayan Şems’in bir gece kararı elden gitti, heyecan içinde idi. Allah’ın tecellilerine gömülüp mest olmuş bir halde münacatında “Ey Allah’ım! Kendi, örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum” diye yalvardı. Allah tarafından, istediğinin, Anadolu ülkesinde bulunan, Belhli Sultanü’l-Ulema’nın oğlu Muhammed Celaleddin olduğu ilham edildi. Bu ilham ile Şems, 29 Kasım 1244 yılı Cumartesi sabahı Konya’ya geldi.

Hazret-i Mevlana ile Hazret-i Şems’in Buluşmaları

Mevlana ile şems, bu iki kabiliyet, bu iki nur, bu iki ruh, nihayet buluştular, görüştüler. Bu tarihte Şems, altmış, Mevlana, otuz sekiz yaşında idi. Bu iki ilahi aşık, bir müddet yalnızca bir köşeye çekilerek kendilerini tamamiyle Hakk’a verdiler ve gönüllerine gelen ilahi ilhamlarla sohbetlere koyuldular. Sultan Veled der ki: “Ansızın Şems gelip ona ulaştı; ona maşukluk (sevilen, sevgili olmanın) hallerini anlattı, açıkladı. Böylece de sırrı yücelerden yüceye vardı. Şems, Mevlana’yı şaşılacak bir aleme çağırdı, öyle bir aleme ki, ne Türk gördü o alemi ne Arap.”
Hazret-i Mevlana’nın Maşukluk Mertebesine Erişmesi: Bu hususu Sultan Veled şöyle açıklar, “Alemdeki erenlerin derecelerinden üstün bir derece vardır ki o, maşukluk durağıdır. Aleme bu maşukluk durağına dair haber gelmemiş, bu durakta bulunanların ahvalini hiçbir kulak işitmemişti. Tebrizli Şemseddin zuhur edip, Mevlana Celaleddin’i aşıklık ve erenlik mertebesinden, bu zamana kadar duyulmaması olan, maşukluk mertebesine eriştirmiştir. Esasen Mevlana, ezelde, maşukluk denizinin incisiydi, her şey döner, aslına varır.”

Kim, kimi aradı? Hatırlara gelebilecek, “Şems mi Mevlana’yı aradı, Mevlana mı Şems’i” sorusuna şöyle cevap verebiliriz: Şems, Mevlana’yı, Mevlana’da Şems’i aramıştır. Şems Mevlana’ya aşık ve taliptir, Mevlana’da Şems’e aşık ve taliptir. Çünkü aşık, aynı zamanda maşuk, maşuk aynı zamanda aşıktır. Mevlana der ki: “Dilberler (gönlü alıp götürenler, manevi güzeller), aşıkları, canla başla ararlar. Bütün maşuklar, aşıklara avlanmışlardır. Kimi aşık görürsen bil ki maşuktur. Çünkü o, aşık olmakla beraber maşuk tarafından sevildiği cihetle maşuktur da. Susuzlar alemde su ararlar, fakat su da cihanda suzusları arar.”

Hazret-i Mevlana’nın Manevi Yolculuğundaki Safhaları

Mevlana, manevi yolculuğunu, olgunluğa ermesini, şu sözünde toplamıştır. “hamdım, piştim, yandım.” Mevlana’nın pişmesi, babası Sultanü’l-Ulema Bahaeddin Veled ve Seyyid Burhaneddin’in feyizli nefesleriyle, yanması da Şems’in nurlu aynasında gördüğü kendi güzelliğinin aşk ateşiyledir.

Hazret-i Mevlana ile Şems Hakkında

Mevlana, Şems ile Konya’da buluştuğu zaman tamamiyle kemale ermiş bir şahsiyetti. Şems, Mevlana’ya ayna oldu. Mevlana, Şems’in aynasında gördüğü kendi eşsiz güzelliğine aşık oldu. Diğer bir ifadeyle Mevlana, gönlündeki Allah aşkını Şems’te yaşattı. Mevlana’nın Şems’e karşı olan sevgisi, Allah’a olan aşkının miyarıdır (ölçüsüdür). Çünkü Mevlana, Şems’te Allah cemalinin parlak tecellilerini görüyordu. Mevlana açılmak üzere bir güldü. Şems ona bir nesim oldu. Mevlana bir aşk şarabı idi, Şems ona bir kadeh oldu. Mevlana zaten büyüktü, Şems onda bir gidiş, bir neşve değişikliği yaptı. Şems ile Mevlana üzerine söz tükenmez. Son söz olarak şöyle söyleyelim, Şems, Mevlana’yı ateşledi, ama karşısında öyle bir volkan tutuştu ki, alevleri içinde kendi de yandı.

Şems-i Tebrizi Hazretleri’nin Konya’dan Ayrılışı

Şems ile buluşan Mevlana, artık vartini Şems’in sohbetine hasretmiş, Şems’in nurlarına gömülüp gitmiş, bambaşka bir aleme girmişi. Şems’in cazibesinde yana yana dönüyor, ilahi aşkla kendinden geçercesine Sema ediyordu. Bu iki ilahi dostun sohbetlerindeki mukaddes sırrı idrakten aciz olanlar, ileri geri konuşmaya başladılar. Neticede Şems, incindi ve Mevlana’nın yalvarmalarına rağmen, Konya’dan Şam’a gitti (14 Mart, 1246 Perşembe).

Hazret-i Şems’in Konya’ya Dönüşü

Şems’in ayrıldığında derin bir ızdıraba düşen Mevlana, manzum olarak yazdığı güzel bir mektubu, Sultan Veled’in başkanlığındaki kafileyle Şam’a, Şems’e gönderdi. Sultan Veled, kafilesiyle Şam’a vardı, Şems’i buldu ve babasının davet mektubunu, hediyelerle birlikte, saygıyla Şems’e sundu. Şems, “Muhammedi tavırlı ve ahlaklı Mevlana’nın arzusu kafidir. Onun sözünden ve işaretinden nasıl çıkabilir.”diyerek, Mevlana’nın davetine icabet etti ve 1247 ‘de, Sultan Veled’in kafilesiyle, Konya’ya döndü.

Hazret-i Şems’in Kayboluşu

Şems’in Konya’ya geri gelmesine herkes sevindi. Mevlana da hasretin sıkıntılarından kurtuldu. Artık Şems’in şerefine ziyafetler verildi, Sema meclisleri tertip edildi. Fakat huzurla, muhabbetle, dostluk içinde geçen günler pek çok sürmedi, dedikodular ve can sıkısı durumlar yeniden başladı. Şems, o bahtsız dedikoducu topluluğun yine kinle dolduğunu, gönüllerinden sevginin uçup gittiğini, akıllarının nefislerine esir olduğunu anladı ve kendisini ortadan kaldırmaya uğraştıklarını bildi, Sultan Veled’e dedi ki: Gördün ya azgınlıkta yine birleştiler. Doğru yolu göstermekte, bilginlikte eşi olmayan Mevlana’nın huzurundan beni ayırmak, uzaklaştırma, sonra da sevinmek istiyorlar. Bu sefer öylesine bir gideceğim ki, hiç kimse benim nerede olduğumu bilmeyecek. Aramaktan herkes acze düşecek, kimse benden bir nişan bile bulamayacak. Böylece bir çok yıllar geçecek de yine kimse izimin tozunu bile göremeyecek.” İşte Sultan Veled’e böyle yakınan Şems, 1247-1248 tarihinde Konya’dan ansızın gidip kayboldu. Şems’in kayboluşundan sonra Mevlana, herkesten onun haberini soruyordu. Kim onun hakkında aslı esası olmayan bir haber bile verse ve Şems’i falan yerde gördüm dese, bu müjde için sarığını ve hırkasını vererek şükranelerde bulunuyordu. Bir gün bir adam, Şems’i Şam’da gördüm diye haber verdi. Mevlana buna, tarif edilemeyecek şekilde sevindi ve o adama, üstünde nesi varsa bağışladı. Dostlarından birisi, bu adamın verdiği haber yalandır, o Şems’i görmemiştir, dediğinde Mevlana şu cevabı vermiştir. “Evet, onun verdiği bu yalan haber içinde üstümde neyim varsa verdim. Eğer, doğru haber verseydi, canımı verirdim.”

Hazret-i Mevlana’nın, Şems-i Tebrizi Hazretleri’ni Aramak İçin Şam’a Gidişi

Mevlana, Şems’i çok aradı. Onun ayrılığıyla, gönülleri yakan, sızlatan, nice şiirler söyledi. Onu aramak için iki kere Şam’a gitti. Yine Şems’i bulamadı. Bu son iki seyahatin tarihleri kesin olarak bilinmemekle beraber, büyük bir ihtimalle 1248-1250 yılları arasında olduğu söylenebilir. Sultan Veled’in ifadesiyle Mevlana, Şam’da suret bakımından Tebrizli Şems’i bulamadı ama, mana yönünden onu, kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlığında beliren Şems’i, kendinde gördü ve dedi ki: “Beden bakımından ondan ayrıyım ama, bedensiz ve cansız ikimiz de bir nuruz. Ey arayan kişi! İster onu gör, ister beni. Ben O'yum O da ben.”

Konya’lı Kuyumcu Şeyh Selahaddin Hazretleri

Yağıbasan’ın oğlu Konyalı Zerkub (kuyumcu) diye tanınan Şeyh Selahaddin Feridun, Konya civarındaki bir gölün kenarında balıkçılıkla geçinen bir ailedendir. Ummi olarak bilinen Şeyh Selahaddin, gençliğinde Seyyid Burhaneddin’in terbiyesine girmiş, onun sohbetlerinde pişmiş, onun feyziyle olgunlaşmış, kamil bir insandır. Ayrıca Şems’in sohbetlerinde de bulunmuş, ondan da feyz almıştır. Mevlana ile Şems buluşmalarında, altı ay Şeyh Selahaddin’in hücresinde sohbet etmişlerdir. Onlara hizmet edebilme şerefine ve sohbetlerinde bulunabilme bahtiyarlığına eren zat, Şeyh Selahaddin’dir. Şeyh Selahddin, kuyumcu dükkanında altın varak yaparak, helalinden para kazanmak ve manevi halini kuvvetlendirmekle uğraşırdı.

Hazret-i Mevlana’nın Vecd ile Sema’ı

Şeyh Selahaddin’in, Mevlana ile tanışması ta Seyyid Burhaneddin’in manevi terbiyesi altına girdiği tarihte başlar, fakat bütün sevgilerden tamamen vaz geçip Mevlana’ya manen bağlanmasına ve vakitlerini onun sohbetlerine hasretmesine sebep şu hadisedir. Mevlana bir gün Şeyh Selahaddin’in Kuyumcular çarşısındaki dükkanının önünden geçmektedir. İçeride varak yapmak için çekiçle altın dövmekte olan Kuyumcu Şeyh Selahaddin ve çıraklarının çekiç darbelerinden çıkan sesleri duyan Mevlana, o hoş seslerin ahengi ile cezbelenir. (Allah tarafından manen çekilerek iradesi elden gider) ve vecd ile (kendinden geçip ilahi aşka dalarak) Sema etmeye başlar. Dışarıda Mevlana’nın Sema ettiğini gören Şeyh Selahaddin onun, çekiç darbelerinin ahengine, ritmine uyarak Sema ettiğini anlayınca, altının zayi olmasını düşünmez ve çıraklarına, çekiç darbelerine devam etmelerini emrederek kendisi de dışarı fırlar ve Mevlana’nın ayaklarına kapanır.

Hazret-i Mevlana’nın, Şeyh Selahaddin Hazretleri’ni Kendisine Hemden ve Halife Seçmesi

Mevlana, son Şam seyahatinde, mana yönünden Şems’i ay gibi kendinde gördükten sonra, onu aramaktan vaz geçti ve kendisine Şeyh Selahaddin’i dost ve hemden olarak seçti. Mevlana, Şems’e duyduğu muhabbet ve gönül bağlılığının aynısını Şeyh Selahaddin’e de gösterdi ve bu zat ile sükun buldu. Mevlana, Allah’ın cemal tecellileri içinde ruhen manevi bir alemde yaşadığından, müridlerinin irşadıyla bizzat uğraşamamış ve onların irşad ve terbiyesine, en seçkin, en ehil dostlarından birbirini tayin etmiştir. İşte Şeyh Selahaddin, bu vazifeye ilk olarak tayin ettiği dostudur. Mevlana, Şeyh Selahaddin’e yalnız manevi bir bağ ve içten gelen muhabbetiyle kalmadı, onun kızı hakkında, “Benim sağ gözüm” diyerek iltifatta bulunduğu Fatma Hatun’u oğlu Slutan Veled’e almak suretiyle aralarında bir akrabalık bağı da kurdu.

Şeyh Selahaddin Hazretlerinin Olgunluğu

Mevlana’nın, Şems ile dostluğunu çekemeyenler bu sefer de Mevlana’nın Şeyh Selahaddin’e gösterdiği yakınlığa haset etmeye başladılar. Şeyh Selahaddin’i, ümmidir diye, yüksek irşad makamına layık görmüyorlardı. Şems’e yaptıkları gibi küstahlığa kalkıştılar. Kendisine kötü düşünce ile bakan bahtsız, zavallılara Şeyh Selahaddin, “Mevlana, beni yalnızca herkesten üstün tuttu da bu yüzden inciniyorsunuz. Bilmiyorsunuz ki benim apaçık bir görüşüm yok, ben bir aynayım. Mevlana, ben de kendi yüzünü görüyor; ne diye kendini seçmesin? O kendi güzelim yüzüne aşık, bundan başka fikre düşmek kötü bir şey” diyerek, kemal ve mahviyyetini (ileri derecede alçak gönüllüğünü) göstermiştir.

Şeyh Selahaddin Hazretleri’nin Ebedi Aleme Göçüşü

Mevlana ile Seyh Selahaddin, on yıl birbiriyle adeta mest olarak görüşüp sohbet ettiler, ayrılık mahmurluğunu tadmadan, visal aleminde safalar sürdüler. Nihayet Şeyh Selahaddin hastalandı ve ebedi alemde göçtü (1259).

Çelebi Hüsameddin Hazretleri

Çelebi Hüsameddin, vaktiyle Konya’ya göçmüş bir soylu ailedendir ve doğum yeri Konya’dır. (1225) Çelebi lakabını kendisine veren Mevlana’dır. Gençliğinin ilk yıllarında, Ahilerin şeyhi olan babasını kaybeden Çelebi Hüsameddin, zamanının bütün ulu kişileri ve şeyhlerinden yakın alaka ve himaye gördüğü halde, bütün hizmetkarları ve arkadaşlarıyla, Mevlana’nın hizmetini seçmiştir. Böylece Mevlana’nın terbiyesinde yetişip olgunlaşmış, kamil insan olmuştur.

Hazret-i Mevlana’nın Çelebi Hüsameddin’i Kendisine Hemdem ve Halife Seçmesi

Mevlana, Şeyh Selahaddin’den sonra kendisine hemdem ve halife olarak Çelebi Hüsameddin’i seçti ve dostlarına şöyle dedi; “Ona baş eğin, önünde acizcesine kanatlarınızı yere gerin! Bütün buyruklarını yerine getirin, sevgisini canınızın ta içine ekin. O rahmet madenidir, Allah nurudur.” Mevlana’nın bu buyruğu üzerine, bütün dostlar ona itaat ettiler. Sultan Veled’in diliyle, “Bütün dostlar, onun lutuf suyuna testi kesildiler, Şems’e ve Şeyh Selahaddin’e yapmış oldukları aşağılık hareketlerden kurtulmuşlar, edeplenmişlerdi. Haset etmeden Çelebi Hüsameddin’e itaat ettiler.” Çelebi Hüsameddin on beş sene Mevlana’nın şerefli sohbetinde bulundu. Mevlana’dan sonra da dokuz sene irşad makamında, Mevlana postunda oturdu.

Çelebi Hüsameddin Hazretleri’nin Değeri

Mevlana, ancak Çelebi Hüsameddin’in bulunduğu meclis rahat bulur, huzur duyar, coşup manalar saçar, hakikat ilminden bahisler açardı. Mevlana’ya göre, hakikatler memesinden manalar sütünü emip çıkaran Çelebi Hüsameddin’dir. Mesnevi’sinde bu manaya işaretle şöyle der; “Bu söz, can memesininde süttür. Emen olmadıkça güzelce akmıyor. Dinleyen susuz ve arayıcı olursa, va’zeden ölü bile olsa söyler. Dinleyen yeni gelmiş ve usanmamış olursa dilsiz bile sözde bülbül kesilir. Kapımdan içeri, na-mahrem girince, harem halkı, perde arkasına girer, gizlenir. Zararsız ve mahrem birisi gelince de o kendilerini gizleyen mahremler, yüzlerindeki peçeyi açarlar. Bütün güzel, hoş ve yaraşan şeyler, gören göz için yapılır. Çengin zir (en ince) ve bam (en kalın) nağmeleri, nasıl olur da sağır kular için terennüm edilir? Allah, miski beyhude yere güzel kokulu yapmadı. Koku duyan için yarattı; koku almayan için değil.” İşte İslami Tasavvuf edebiyatının en büyük didaktik şaheseri olan Mesnevi’yi Çelebi Hüsameddin, Mevlana’nın tükenmez bir hazineye benzeyen ruhundan çekip çıkartmıştır.

Çelebi Hüsameddin Hakkında

Mevlana’nın kırk yıl samimiyetle hizmetinde, sohbetinde bulunan Sipehsalar, Risale’sinde, Çelebi Hüsameddin’in değerini şu cümlelerle belirtiyor; “Hakikatte Hüdavendigar Hazretlemizin tam mazhari Çelebi Hüsameddin idi ve bütün Mesnev-i Şerif onun ricası ile yazılmıştır. Bütün tevhid ve aşk ehli, kendilerine bahşedilen Mesnevi’nin yalnızca yazılması hususunda, kıyamete kadar Çelebi Hüsameddin’e teşekkür etseler, yine şükran borçlarını ödeyemezler.”

Mesnevi’nin Yazılışı

Eflaki, Mesnevi’nin yazılıp tamamlanmasını anlattığı bahiste diyor ki: “Mevlana Hazretleri, asil kişilerin sultanı Çelebi Hüsameddin’in cazibesi ile heyecanlar içerisinde Sema ederken, hamamda otururken, ayakta, sükunet ve hareket halinde daima Mesnevi’yi söylemeye devam etti. Bazen öyle olurdu ki, akşamdan başlıyarak gün ağarıncaya kadar birbiri arkasından söyler, yazdırırdı. Çelebi Hüsameddin de bunu sür’atle yazar ve yazdıktan sonra hepsini yüksek sesle Mevlana’ya okurdu. Cilt tamamlanınca Çelebi Hüsameddin, beyitleri yeniden gözden geçirerek gereken düzeltmeleri yapıp tekrar okurdu.” Bu şekilde dikkatlice 1259-1261 yılları arasında yazılmaya başlanılan Mesnevi, 1264-1268 yılları arasında sona erdi.

Hazret-i Mevlana’nın Baki Aleme Göçüşü

Mevlana, Çelebi Hüsameddin ile tam onbeş sene güzel demler, hoş safalar sürdü. Bu müddet zarfından bahtsızların fitne ve hücumundan uzak, huzur ve sürur içinde yaşadı. Dostları onun cemalinin nuruna pervane olmuşlardı. Mevlana, artık son anlarını yaşadığını, özlediği ebedi cemal alemine kavuşacağını anlamıştı. Ansızın hastalanıp yatağa düştü. Mevlana’nın hastalık haberi Konya’da yayıldığı zaman ahali, şifalar dilemeye, gönlünü, duasını almaya geliyorlardı.

Şeyh Sadreddin (? – 1274) de talebeleriyle birlikte Mevlana’ya geçmiş olsun demeye geldi ve çok üzüldüğünü beyan edip, “Allah yakın zamanda şifalar versin. Hastalık ahirette derecenizin yükselmesine sebeptir. Siz alemin canısınız, inşaallah yakın zamanda tam bir sıhhate kavuşursunuz” diye temennide bulundu. Bu nun üzerine Mevlana: “Bundan sonra Allah sizlere şifa versin. Aşıkın maşukuna kavuşmasını ve nurun nura ulaşmasını istemiyor musun?” dedi. Şeyh Sadreddin, yanındakilerle birlikte ağlayarak kalkıp gitti.

Mevlana, dostlarına ve aile efradına, bu dünyadan göçeceğine üzülmemelerini söylüyordu, fakat onlar, benden de olsa, bu ayrılığı kabullenemiyorlar, ağlayıp inliyorlardı. Mevlana’nın hanımı, Mevlana’ya hitaben; “Ey alemin nuru, ey ademin canı! Bizi bırakıp nereye gideceksin?” diyerek ağlıyor ve ilave ediyordu. “Hudavendigar Hazretlerinin dünyayı hakikat ve manalarla doldurması için üçyüz veya dörtyüz yıllık ömrünün olması lazımdı.” Mevlana cevaben, “Niçin? Niçin? Biz ne Firavun ve ne de Nemrud’uz, bizim toprak alemiyle ne işimiz var, bize bu toprak aleminde huzur ve karar nasıl olur? Ben insanlara faydam dokunsun diye dünya zindanında kılmışım, yoksa hapishane nerede ben nerede? Kimin malını çalmışım? Yakında Allah’ın sevgili dostunun, Hazret-i Muhammed’in yanına döneceğimiz umulur”

Hazret-i Mevlana’nın Vasiyeti

“Ben size, gizli ve aleni, Allah’dan korkmanızı, az yemenizi, az uyumanızı, az söylemenizi, günahlardan çekinmenizi, oruç tutmaya ve namaz kılmaya devam etmenizi, daima şehvetten kaçınmanızı, halkın eziyet ve cefasına dayanmanızı avam ve sefihlerle düşüp kalkmaktan uzak bulunmanızı, kerem sahibi olan salih kimselerle beraber olmanızı vasiyet ederim. Hayırlısı, insanlara faydası dokunandır. Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır. Hamd, yalnız tek olan Allah’a mahsustur. Tevhid ehline selam olsun.”

Şeb-i Arus

İrfan ve sevgi güneşi Mevlana, 5 Cemaziye’l-ahir, 672 (17 Aralık 1273) Pazar günü gurup vakti, bütün parlaklığı ile, bütün güzellikleriyle gülerek ebediyet aleminin asumanına doğdu. Mevleviler, o geceye Şeb-i Arus derler.

Hazret-i Mevlana’nın Cenaze Merasimi

Müslüman olan, müslüman olmayan, küçük büyük ne kadar Konyalı varsa hepsi, Mevlana’nın cenaze merasimine katıldı. Müslümanlar, müslüman olmayanları sopa ve kılışla savmaya çalışarak onlar: “Bu merasimin sizinle ne ilgisi vardır? Bu din sultanı Mevlana bizimdir, bizim imamımızdır” diyorlardı. Onlar da şu cevabı veriyorlardı. “Biz Musa’nın ve bütün peygamberlerin hakikatini onun sözlerinden anlayıp öğrendik. Kendi kitaplarımızda okuduğumuz olgun peygamberlerin huy ve hareketlerini onda gördük. Sizler nasıl onun muhibbi ve müridi iseniz, biz de onun muhibbiyiz. Mevlana Hazretleri’nin zatı, insanlar üzerinde parlayan ve onlara iyilikte, cömertlikte bulunan hakikatler güneşidir. Güneşi bütün dünya sever. Bütün evler onun nuruyla aydınlanır. Mevlana ekmek gibidir. Hiç kimse ekmeğe ihtiyaç duymamazlık edemez. Ekmekten kaçan hiçbir aç gördünüz mü?


Hazret-i Mevlana’nın Cenaze Namazı

Mevlana’nın vasiyeti üzerine Şeyh Sadreddin, Mevlana’nın namazını kıldırmak üzere niyetlendiğinde dayanamayıp baygınlık geçirdi. Bunun üzerine namaza Kadı Siraceddin imamlık etti.

Hazret-i Mevlana’ya Yeşil Kubbe

Mevlana’ya Yeşil Kubbe denilen türbe, Sultan Veled ile Alameddin Kayser’in gayreti ve Emir Pervane’nin eşi (Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kızı) Gürcü Hatun’un yardımıyla Çelebi Hüsameddin zamanında yapıldı. Türbenin mimarı Tebrizli Bedreddin’dir. Selimoğlu Abdülvahid adlı bir sanatkar da Mevlana’nın kabri üzerine, Selçuklu oymacılığının şaheseri olarak kabul edilen, büyük bir ceviz sanduka yaptırmıştır. Bu sanduka bu gün, Sultan”ül-Ulema Bahaeddin Veled’in kabri üzerindedir.

Hazret-i Mevlana’nın Ölüme ve Mezara Bakışı

“Ölüm günümde tabutum yürüyüp gitmeye başladı mı, bende bu cihanın gamı var, dünyadan ayrıldığıma tasalanıyorum sanma; bu çeşit şüpheye düşme, bana ağlama, yazık yazık deme. Şeytanın tuzağına düşersem işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık ayrılık deme. O vakit benim buluşma ve görüşme zamanımdır. Beni kabre indirip bırakınca, sakın elveda elveda deme; zira mezar cennetler topluluğunun perdesidir. Batmayı gördün ya, doğmayı da seyret. Güneşe ve aya batmadan ne ziyan geliyor ki? Sana batmak görünür, ama o, doğmaktır. Mezar hapis gibi görünür, ama o, canın kurtuluşudur. Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun? Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryad etsin?Bu tarafta ağzını yumdun mu o tarafta aç. Zira senin hayuhuyun, mekansızlık aleminin fezasındadır.”

Hazret-i Mevlana’nın Ziyaretçilerine Seslenişi

“Kardeş, mezarıma defsiz gelme; çünkü Allah meclisinde gamlı durmak yaraşmaz. Hak Teala beni aşk şarabından yaratmıştır. Ölsem, çürüsem bile, ben yine o aşkım.”

“Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız?
Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir.”

MEVLANANIN MEZARI HAKKINDA RİVAYETLER.!

 Mezar odası
 
 Mevlana'nın kabrinin altındaki 'mezar Odası’na 700 yılda sadece bir kişi
girebildi. O da 7 yasindaki bir kız çocuğuydu. Çocuğun dili tutuldu ve bir
daha konusamadi. O küçük çocugun ne gördüğü bir sır olarak kaldı. Ondan
sonra girmeyi düşünenleri bile korkunç felaketler bekliyordu. işte,
Mevlana'nın esrarengiz sırrı... 
O müzenin kapısından içeri girerken, karşıma 'Da Vinci şifresi' gibi
esrarengiz bir hikáyenin çıkacağını bilmiyordum.
Bu, bir sanduka ve onun altındaki mezarın hikáyesi.
Ama öyle basit bir hikáye değil.
Hikáye 13'üncü yüzyilda basliyor ve 1930'da esrarengiz bir aile trajedisine
kadar uzaniyor.
Hikáye beni çok etkiledi.
Sizi de etkileyeceğini tahmin ediyorum.
SAF TUTMUS SANDUKALAR ARASINDA
Geçen sali günüydü.
Hayatimda ilk defa Konya'ya gitmistim.
Konya'da Mevlana Müzesi'nin kapisindan ilk adimimi attigimda, belki de
sadece benim hissettigim mistik bir rüzgár esti ve beni içine alip götürdü.
Hayatimda hiçbir mekán daha ilk anda beni bu kadar etkilememişti.
Içerden çok hafif bir ney müziği geliyordu.
Sað tarafta, sanki saf tutmuş sandukalari görüyordum.
Yanimda Mevlana Müzesi Müdür Yardimcisi Dr. Naci Bakirci vardi.
Mevlana'nýn sandukasinin önüne gelinceye kadar, mistik bir turistten farkli değildim.
Ancak o sandukanin önünde Dr. Bakirci'nin anlattigi o müthis hikáye basladi.
Daha doğrusu, o sandukanin altindaki 'mezar odasinin sirri'...
 
500 METREYI SEKIZ SAATTE ALAN CENAZE
Nefesimi kestim ve onu dinledim.
Iste ondan dinlediklerim.
Anlattiklarina göre her sey 1273'te Konya'da kaldirilan bir cenazeden sonra basladi.
Mevlana Celaleddin-i Rumi, 17 Aralik 1273 günü vefat ediyor.
Cenazesine yüzbinlerce insan katilmis. Naasi, Ýplikçi Camii'nden, 500 metre
ilerdeki bu türbeye 8 saatte getirilebilmis.
Müslümanlar Mevlana'nin naasini defnedebilmek için gayrimüslimlerin cenaze
cemaatinden çikmasini istemis. Ancak onlar, 'Bize Isa'yi da Musa'yi da
Mevlana ögretti' diyerek bunu reddetmisler.
Mevlana'nin kabrinin altina bir 'mezar odasi' bulunuyor.
MEZAR ODASINA 700 YILDA 1 KISI INDI
Eski Türklerde mezarlarýn altina Farsça 'zir-i zemin' yani 'zeminin alti' denilen bir mezar odasİ yapilrmis.
Mevlana'nin naasi da böyle 4 metrelik bir mezar odasina konmus.
Ancak o tarihten bu yana mezar odasina kimse inmemis. Sadece bir kisi hariç.
Rivayete göre Sultan Dördüncü Murad, Mevlana'nin türbesini ziyarete geldiginde, mezar odasinin içinde ne oldugunu çok merak etmis ve bu odaya girmek istemis.
Ancak dönemin Mevlevi büyükleri, buna kesinlikle karsi çikmis ve girmesini engellemisler.
Bunun üzerine Sultan, elindeki tespihi, agzi açik odanin içine atmis.
Veya düsürmüs.
Bu tespihi almak üzere 7 yasında bir kiz çocugu mezar odasina indirilmis.
Bilinen tek sey, odanin iki tarafindan asagi dogru merdivenlerin indigiymis.
Kiz çocugu mezara inip çiktiktan sonra dili tutulmus.
Dr. Naci Bakirci, 'Çocugun dilinin neden tutuldugu hálá bilinmiyor' diyor.
 
KÜÇÜK KIZ MEZAR ODASINDA NE GÖRMÜSTÜ
Iste bu olaydan sonra 'mezar odasinin sirri' iyice merak edilmeye baþsanmis.
Acaba kiz çocugu orada ne görmüstü de dili tutulmustu?
Bir iddiaya göre, oda çok karanlik oldugu için çocuk çok korkmus ve
geçirdigi travmadan dolayi dili tutulmustu.
Ancak bir baska iddia daha var ki, o 'mezar odasinin sirrinýi daha da koyulastiriyordu.
Selçuklu Türkleri o tarihte mumyalama teknigini biliyorlarmis. Fatih Sultan
Mehmed dahil 7 padisahin naasi mumyalanmis.
Mevlana'nin naasi da mumyalandigi için muhtemelen öyle duruyordu.
Kiz çocugu orada yatan Mevlana'yi görünce bu hale gelmis olabilirdi.
Bu olay dönemin önde gelen Mevlevilerini harekete geçiriyor ve 1640 yilinda
mezar odasinin agzi tuglayla örülüp üzeri kursunla kaplaniyor.
O tarihten sonra mezar odasinin agzindaki kursun hiçbir zaman kaldirilmadi.
Mezar odasi, sirlariyla birlikte belki de ebediyete kadar sessizlige gömüldü.
 
1930'LU YILLARDA MÜZE MÜDÜRÜNÜN ODASINDA
Ancak odanin hikáyesi burada bitmiyor.
Aradan 300 yil geçtikten sonra, Misir'daki piramit sirlarina benzeyen bir dizi olay daha yasanacakti.
Bu olayin iki tanigi vardi.
Biri olayi yasayan Yusuf Akyurt isimli biri.
Öteki de onun yasadigini Murat Bardakçi'ya anlatan Abdülbaki Gölpinarli Hoca.
1930'lu yillarin güzel bir gününde, Mevlana Müzesi'nin Müdürü Yusuf Akyurt
odasinda tek basina otururken, aklina sandukanin altindaki mezar odasi gelir.
Içinden 'Acaba þu odaya bir girsem de içinde ne oldugunu görsem' diye geçirir.
Ancak tepki çekecegini düsündüðü için kararsizdir.
 
O AN KAPI ÇALINDI YASLI ADAM GIRDI
Tam o esnada kapi çalinir ve içeri, müzenin yasli odacisi girer.
Bu yasli adam aslinda, Mevlevi dedesidir. Cumhuriyetin ilanindan sonra tekke
ve zaviyeler kapandigi için müzeye çevrilen türbede odaci olarak çalismayi kabul etmistir.
Yasli Mevlevi dedesi saygili bir sekilde içeri girer ve Yusuf Akyurt'un tüylerini diken diken eden su cümleyi söyler:
'Sakin oraya inmeyi düsünmeyin...'
Ancak bu saskinlik, müdürü kararindan vazgeçirmez. Mezara inmek üzere kursunla kapli kapagin önüne gelir.
Haliyi kaldirir. Tam kapagi açmak üzereyken, bir adam haykirarak içeri girer:
'Müdür bey, yetis evin yaniyor...'
Yusuf Akyurt gelinceye kadar evi kül olmustur.
İste tam o sirada eline bir telgraf tutusturulur.
Müze müdürü baska bir yere tayin edilmstir.
 
KONYA-ANKARA YOLUNDAKİ KAZA
Konya-Ankara yolu o gün çok issizdi.
Gün batmis, alacakaranlik etrafa hákim olmaya baslamisti.
Uzaktan gelen kamyonun farlari, henüz tam karanlik hale gelmemis ufukta ciiz iki nokta gibi duruyordu.
Soförün yaninda kapiya dayanmis sekilde oturan çocuk kimbilir hangi hayallere dalmisti.
Kamyon bir kavise girdigi sirada kapi aniden açilir ve çocuk alacakaranligin içinde kaybolur.
Kamyon durup, içindeki iki adam kapidan uçan çocuga ulastiklarinda is isten geçmistir.
Çocuk öteki dünyaya göçmüstür.
Çocuðun basinda duran ikinci adam, basi ellerinin arasinda hüngür hüngür aglamaktadir.
O adam, Konya'dan tayini çikan Müze Müdürü Yusuf Akyurt'tur.
Kimine göre, mezar odasinin sirri, onu hálá takip etmektedir.
 
MEZARIN BASINDA SÖYLENEN SON SÖZLER
Yusuf Akyurt oglunun cenazesini alip Konya'ya döner. Cenaze töreninden sonra dogruca Mevlana Müzesi'ne gider ve sandukanin basinda ellerini açip haykirmaya baslar:
'Yetmedi mi? Affet artik...'
Bütün bunlar neydi? Efsane mi? Gerçek mi?
Küçük kizin dili niye tutulmustu? Yasli odaci, müdürün kafasindan geçen düsünceyi nasil anlamısti?
Bunlarin cevabi yok.
Ben bunlari anlatan insanlardan dinledim.
Bildigimiz tek sey var. Mezar odasi 731 yildan bu yana sirrini muhafaza ediyor.
Umarim bundan sonra da muhafaza etmeye devam eder.
Çünkü bilinmezligin yarattigi bazi mistik duygulara ebediyen ihtiyacimiz olacak.
Çünkü hepimizin içinde, sadece kendimize ait sirlarin saklandigi küçücük odalar var.
Üzerleri kursunla kaplı küçücük odalar...

HZ. MEVLANA'NIN SÖZLERİ

 • Ey gördüğü güzele takılıp kalan kişi! Onun sûretini görüyor, mânâsından, yâni, ahlâkının güzel mi, çirkin mi olduğundan gâfil bulunuyorsun. Eğer akıllı bir adam isen sedefteki inciyi bul .
• Dünyadaki kalp sedefleri, yâni, bedenlerimizin hepsi de can denizinin feyzi ile diridir.
• Ne vakte kadar testinin şekli, biçimi ile üstündeki nakışlarla oyalanıp duracaksın? Testini şeklini, nakşını bırak da içindeki suyu ara.Yani, insanların güzelliklerine, dış görünüşlerine bakma da ahlâklarına, huylarına, tabiatlarına bak.
• Ama her sedefte inci yoktur.Gözünü aç da her birinin gönlüne, içine bak.
• Onda ne olduğunu, bunda ne olduğunu ayırt et.Çünkü, o değersiz biçilmez inci, pek az bulunur.
• Şekle bakarsan dağ, bir la’le göre yüzlerce defa büyüktür.
• Görünüşte elin,ayağın, saçın, sakalın gözüne göre yüzlerce defa büyüktür.
• Fakat, gözünün bütün uzuvlardan daha kıymetli olduğunu sen de bilirsin.
• Gönlüne gelen tek bir düşünce yüzünden de, yüzlerce cihan bir anda baş aşağı devrilir gider.
• Pâdişahın bedeni de, görünüşte diğer insanların bedeni gibidir.Fakat yüzlerce asker, onun arkasından koşar. Onun izinden yürür.
• Sonra, o pâdişahın şekli, görünüşü de, bir gizli düşünce tarafından sevk ve idare edilir.
• Şu sonsuz, sayısız halka dikkatle bak, hepsi de bir düşünceye dalmış, yeryüzünde sel gibi akıp gitmede .
• O düşünce, halk nazarında önemsiz küçük bir şeydir. Fakat, sel gibi dünyayı sürükler götürür.
• Görüyorsun ki, dünyada her hüner, her sanat bir düşünce ile meydana gelmede, olmadadır.
• Evlerin, köşklerin, şehirlerin, dağların, ovaların, nehirlerin;
• Balığın deniz yüzünden diri olduğu gibi;yeryüzünün, denizin, güneşin, göğün düşünce ile hayat bulduğunu görüyorsun da
• Neden körleşiyorsun, aptallaşıyorsun da beden sana Süleyman gibi büyük; düşünce, karıca misali küçük görünüyor?
• Neden gözüne dağ pek büyük de; düşünce fare biri zayıf görünüyor? Neden dağı kurt gibi görüyorsun?
• Dünya, senin gözünde büyüyor, sana korku veriyor; buluttan, gök gürültüsünden, gökten titriyor, korkuyorsun?
• Ey eşekten de aşağı olan kişi! Taşın nasıl bir şeyden haberi yoksa senin de düşünce dünyasından haberin bile yok. Sen düşünce dünyasından eminsin, gâfilsin.
• Çünkü sen bir şekilden, kalıptan ibâretsin; akıldan payın yok. Sen, insan huylu değilsin ,insan şeklinde bir eşek sıpasısın.
• Bilgisizliğinden ötürü sen, gölge varlığı insan sanıyor,insan görüyorsun da ,bu yüzden sence insan ,bir oyuncak ,değersiz bir varlık oluyor.
• Düşünce ve hayâlin örtüsüz, perdesiz, kol kanat açacağı, bütün sırların meydana çıkacağı kıyâmet gününe kadar dur bekle…
• O zaman dağların yün gibi yumuşadığını, şu soğuk ve sıcak yeryüzünün yok olduğunu görürsün.
• Gel, gel, ne olursan ol yine gel, İster kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel,Bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...
• Ben yaşadıkça Kur'an'ın bendesiyim. Ben Hz. Muhammed'in (s.a.v.)ayağının tozuyum. Biri benden bundan başkasını naklederse; Ondan da bizarım, o sözden de bizarım, şikayetçiyim..
• Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız. Bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir...
• Güneş olmak ve altın ışıklar halinde, Ummanlara ve çöllere saçılmak isterdim. Gece esen ve suçsuzların ahına karışan, Yüz rüzgarı olmak isterdim..
• Aklın varsa bir başka akılla dost ol da, işlerini danışarak yap..
• Şu toprağa sevgiden başka bir tohum ekmeyiz, Şu tertemiz tarlaya başka bir tohum ekmeyiz biz..
• Hayatı sen aldıktan sonra ölmek, şeker gibi tatlı şeydir. Seninle olduktan sonra ölüm, tatlı candan daha tatlıdır.
• Biz güzeliz, sen de güzelleş, beze kendini, Bizim huyumuzla huylan, bize alış başkalarına değil.
• Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
• Önce farenin şerrini defet, sonra buğday biriktirmeye çalış.
• İnsan yüzlü pek çok şeytan var, her ele el vermemek gerek.
• Herkes herkese bir lokma bir şey verebilir ama boğaz bağışlamak, ancak Allah'ın işidir.
• Çok insan gördüm, üzerinde elbisesi yok; çok elbise gördüm, içinde insan yok.
• Tatlı suyun başı kalabalık olur.
• Putların anası, nefsinizin putudur.
• Ecel verileni almadan önce, verilmesi gereken her şeyi vermek gerekir.
• Nefis üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar.
• Kusursuz dost arayan, dostsuz kalır.
• Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
• Kurdun kuzuyu yemeye niyetlenmesinde şaşılacak bir şey yok. Şaşılacak olan odur ki, bu kuzu, kurda gönül bağlamış, aşık olmuştur.
• Ne kadar bilirsen bilirsen bil söylediklerin karsındakinin anlayabildiği kadardır.
• Doğrudan nasihat, kişiyi yaralar.
• Hayatta muvaffak olmak için üç şey lazımdır: Dikkat, intizam, çalışma.
• Her şeye doğru demek ahmaklıktır, fakat her şeye yanlış demek de zorbalıktır.
• Akil, ask ve can! Bu üçü üçgendir. Her derde çare, her yaraya merhemdir.
• Dertli adamın kararsızlıklarla, dumanlarla dolu bir evi vardır. Derdini dinlersen o eve bir pencere açmış olursun.
• Bir mum diğer bir mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.
• Düşüncen gül ise sen gül bahçesisin, diken ise dikenliksin.
• Komşularından av kapmak aslanlara ayıptır, köpeklere değil.
• Dünya alimin kıymetsiz oyuncağı, delinin de değerli salıncağıdır.
• Aşksız olma ki, ölü olmayasın Aşk ile öl ki, diri kalasın...
• Eğer dostun yoksa niçin aramıyorsun. eğer dost buldunsa niçin sevinmiyorsun.
• Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anlayabildiği kadardır.
• Bir kimseyi tanımak istiyorsan düşüp kalktığı arkadaşlarına bak.
• Bir şeyi bulunmadığı yerde aramak, Onu aramamak demektir.
• Hiç bir el, gönülden gizli bir is yapamaz.
• Ezelî, ebedî hayata ve sonsuz sevgiye mâlik olan Allah’tan başka, ne gökyüzü ne yıldız, ne de başka bir varlık görürsün.


Ekleyen:Yahya Polatkan
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
İngilizce Şarkı Sözleri ve Çevirileri(5463)

Atatürkün Kişiliğini yansıtan sözleri(5379)

Hz. Mevlananın özlü sözleri(5378)

HADİSLER(5362)

Güzel Sevgi Sözleri(5359)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!