Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Ateşe Tapma (Mecusilik) ve Ateşe Tapanlar
www.arsivbelge.com
Ateşe Tapma (Mecusilik) ve Ateşe Tapanlar dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Ateşe Tapma (Mecusilik) ve Ateşe Tapanlar başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Ateşe Tapma ve Ateşe Tapanlar (Mecusiler) Hakkında Ayrıntılı Bilgi

 Ateşe Tapma:

 Özellikle Hint-İranlılarda oldukça yaygın bir ibadet türüdür. Ateşe tapanlar, "kutsal alev" dedikleri şimşeği, insanla gökyüzü arasındaki bir köprü olarak görüyorlardı. Ateş tanrısı Ehrimen'di. Persler ise Ahuramanza adına sürekli ateş yakarlardı.

Ateşe tapma Parsiler'de de devam etti. Yunanlılar ateşin yararını Hephaistos'ta, ateşten yararlanma sanatını Prometeus'ta, kutsal alevi de Hestia'da tanrılaştırdılar. Roma'da ise Vesta Tapınağı'ndaki sürerkli ateşi rahipler korurdu. Zerdüşt dinine inananlar da ateşe taparlar, kutsal ateşin yakıldığı yapıya "ateşgâh" derlerdi. Ateşgâhlar bu dinin tapınaklarıydı.

 Ateşe Tapanlar:

Mecusi Çok eskiden yaşamış, kulağı küçük olan birisinin adıdır. Ateşperestlik âyinine sebeb olduğundan "Ateşperestlere" bu isim verilmiştir.

Eski İran dini olan Mecusilikten olan kimse.

Mecusilik Ateşe tapmak. İran ve Hindistan halkından bir kısmının mensub olduğu inanışlardan biri. Bu inancı kabul edenlere “Mecusi”, rahiplerine de “Muz” denir. Hindistan ve civarında yaygın bulunan Brahmanların bir şubesi olan Mecusiler, ateşe, ineğe, timsaha taparlar. Bunlar M.Ö. yaklaşık 551 yıllarında Zerdüşt (Zarathoustra) denilen ve yaşayıp yaşamadığı tam bilinmeyen bir kimsenin kurduğu bir çeşit inanışa bağlıdırlar. Mecusiler ölülerini gömmezler, hususi yaptırılan kulelerde saklarlar ve akbabalara yedirirler. (Bkz. Brahmanizm ve Zerdüşt)

İranlılar, İbrahim aleyhisselamın bildirdiği doğru dine inanıyorlardı. asurluların bu ülkeye hakim olmasından sonra, “Sabiilik” adı verilen bozuk inanışlarını İran'da yaymaya başladılar. Sabiiler, güneşi, ayı ve yıldızları kutsal birer varlık kabul edip, çeşitli putlara tapınıyorlardı. Tek Allah'a inanmayı emreden ilahi dinin tamamen unutulmasından sonra, İranlılar Sabiilik inancına bağlandılar. Bunlar, zamanla ateşe de kutsallık tanıdılar. Bir kısmı ateşi doğrudan doğruya tanrı kabul edecek kadar ileri gitti. Bundan sonra ateşe tapma ayinleri uydurdular ve hiç sönmemek üzere içinde ateş yakılan “ateşgede”ler yaptılar.

Mecusilik inancında, ateşe tapma ayinini ortaya çıkararak, insanları ona tapmaya çağıran “Mecus” adında bir kimsedir. Bu ayinin kurucusuna nisbetle, bu inanışta olanlara “Mecusi” denilmiştir. Mecusilik, Sabiiliğin daha da bozularak devam eden değişik bir şeklidir.

Mecusiler, eski filozofların yaratılış, hayır ve şer hakkındaki görüşlerini incelerken, ateşin hararetinin (ısısının) hayat ve varlıklar üzerinde nasıl etki yaptığını görmüşler ve hayatı meydana getiren bir kuvvet olarak, onu ilahi kudret saymışlardır. Önceleri ateş, Allahü tealanın bir eseri olup, kendinde yaratma sıfatı bulunması bakımından mabudun varlığına işaret, delil olan bir şey olarak kabul edilmişken sonradan dini liderleri, bu esas üzerinde bazı değişiklikler yapmışlardır.

Bunlardan bir kısmı, ateşi tanrı kabul etmişlerdir. Bunun yanında, yine eski filozofların; “Birden ancak bir doğar.” sözleri sebebiyle, “düalist=iki tanrılı” bir inanışa saplanmışlardır. Şöyle ki; bu felsefi görüşün icabı, bir olan mabuddan (ilahtan) birbirine zıt olan hayır ile şer doğmaz. Bunların ikisi de ezeli birer ilahtırlar. Hayır ilahı, bir nurdur ve iyiliğin kaynağıdır. Şer ilahı, karanlıktır ve kötülüğün kaynağıdır. Hayır ilahı “Hürmüz”, Şer ilahı ise “Ehriman” adı ile anılmıştır. Bunlar birbiriyle devamlı savaş halinde bulunurlar. İyilik çoğaldığı zaman Hürmüz, kötülük çoğaldığı zaman Ehriman galip gelmiştir, derler. Bu ikili tanrı inanışına, dinler tarihinde “Seneviyye-Düalizm” adı verilir.

Sonra gelen mecusiler, bir omuzunda hayır, diğer omuzunda şer (kötülük) bulunan ilahlar tasvir etmişler, resmini yapmışlardır. Mecusiler, ateşi hayır ilahı Hürmüz'ün bir sembolü kabul ettiklerinden, her tapınakta (Ateşgede) denilen ve devamlı ateş yanan yer yapmışlardır. Bu ateş hiç sönmemek üzere yanardı. Hiç kimse, buna dokunamaz, hatta soluğu ile dahi kirletemez. Onun için ateş yakan rahibin ellerinde eldiven ve ağzında peçe bulunurdu. Mecusiler, ateş yandığı müddetçe hayır ilahının şer ilahına galip geleceğine inandıkları için, ateşin hiç sönmeden yakılmasının lazım olduğuna inanırlardı. Peygamber efendimizin doğum gecesinde meydana gelen harikulade hadiselerden biri de mecusilerin bin seneden beri yanmakta olan kocaman ateş yığınlarının aniden sönüvermiş olmasıdır.

Eski İran'da, tahminen M.Ö. 7. veya 6. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Zerdüşt, güya eski dini düzeltmek için ortaya çıkmış ve İran'daki çok tanrıcılığa karşı tek ilah inancını savunmuştur. Ona göre en yüksek Rab (ilah), “Ahura-mazda”dır. Ahura, her şeyi bilen, kainat nizamını idare eden, her şeye hayat veren ve her şeyin hakimi olan en büyük kudrettir. Bununla beraber hayır (Hürmüz) ve şer (Ehriman) gibi iki ilah görüşünü terk edememiş ve ateşgedelerde yine ateş yanmıştır. Zerdüşt, bir gün dünyanın sona ereceğini, kıyametin kopacağını, Cennet ve Cehennemin var olduğunu, ölen insanın ruhunun hesaba çekileceğini, kendinden önce gelen peygamberlerden veya getirdiği kitaplardan yahut da onlara inananlardan öğrenerek kabul etmiştir. Bununla beraber, insanlara dünya ve ahiret saadetini öğreten ve doğru yolu gösteren bir peygambere tabi olmak saadetine kavuşamadığı için, doğru yolu tam olarak bulamamıştır. Nitekim, daha sonraları onun tek ilah olarak kabul ettiği ve “Ahura-mazda” adını verdiği ilahın yerini güneş tanrısı “Mitra” almıştır.

Bütün İran'a yayılan Zerdüşt'ün fikirleri, M.S. yedinci yüzyılda İslam ordularının İran'a girmesiyle Tevhid akidesi (tek Allah inancı) yerleştiğinde son bulmuş ve Mecusilerin çoğu, hak din olan İslamiyeti kabul etmişlerdir. Bir kısmı da Hindistan'a sığınarak, Brahmanların inanışlarını da benimseyerek yeni bir inanış şekli kabul etmişlerdir. Bu bozuk inanışa sahip olanlara, bugün Bombay şehri yakınlarında rastlanmaktadır.

Kur'an-ı kerimde Hac suresi 17. ayetinde Mecusilerin sapık yolda olduğu bildirilmekte ve mealen; “O iman edenler, o Yahudiler, o yıldızlara tapanlar, o Hıristiyanlar, o ateşe tapanlar, o Allah'a ortak koşanlar (var ya), muhakkak ki, Allah, kıyamet günü, aralarında hükmünü verecek, hak ve batılı ayıracaktır. Çünkü Allah, her şeye şahit bulunuyor.” buyrulmaktadır.

Kaynak: Rehber Ansiklopedisi

Mecusî Mecus dinine mensup olan; Mecusîlik ise Mecus dinine ait inanç ve akidelere dayalı tutum ve davranışların bütünü; temel akideleri Ateş (ışık)'e tapmak olan Zerdüştîlik Mithraîlik Zurvaîlik Manilik ve Mazdekîlik gibi çeşitli fırka ve mezheplerin ortak adı. Mecusîler Ateş'e tapan nur ile zülmeti iki hayır ve şer kaynağı olarak kabul eden müşrik bir topluluktur.

Mecus kelimesinin aslı Pehlivice (eski Farsça)'dan gelmektedir. Lügatçılar mecus kelimesinin M-C-S kökünden türediğini ifade ederler. Mecus kelimesi Pehlevicedeki Minc Kûş kelimesinden elde edilmiştir. Kelime olarak Minc Kûş arapça "sağîr el-Uzuneyn" (küçük kulaklı)'in Pehlevice karşılığını teşkil etmektedir. Taberî Hişam b. Muhammed el-Kelbî'den rivayetle;

Mecuslarca peygamber tanınan Zerdüşt'ün ehli kitap âlimleri tarafından Filistinli kabul edilip İbranî peygamber Eremia'nın ashabından birinin hizmetçisi olduğunu efendisini aldatınca lânetlenip cüzzama yakalandığını söyler: Minc Kûş kelimesinin Arapçadaki "sağîr el-Uıuneyn" (mesûs) kelimesine karşılık oluşturmasından hareketle; muhtemeldir ki Zerdüşt'ün yakalandığı cüzzam(lepra) hastalığından kulaklarını kaybederek küçük kulaklı anlamına gelen "Minc kûş" lakabını almıştır. Zerdüşt bu hastalıktan sonra Azerbaycan'a gitmiş ve oradan Mecus (Minc Kûş) akidesini yaymaya çalışmıştır.

Minc Kûş kelimesi doğu dil öbekleri arasındaki geçişi esnasında fonetik (lâfzî) değişiklikler geçirerek önce Arâmiceye oradan da Arapça'ya "mecus" şeklinde intikal etmiştir. Mecus kelimesi lügatçılar tarafından "yahûd" gibi bir cins isim olarak kabul edilmiştir. "Mecuslar"ın tâbi oldukları dine "el-Mecusiyya" denilir. Bu dine Mecusîlik denildiği gibi Zerdüşt'e isnaden "Zerdüştîlik"'.ve ilâh Ahura Mazda'ya isnaden de "Mazdekîlik" adı verilmiştir.

Mecusîlik dinine ait bilgiler bu dinin kutsal kitabı olan Avesta'da bulunmaktadır. Avesta Zerdüşt'ün ilâhileri olan Gatha'lar bölümü hariç II. Şahpur zamanında tedvin edilmiştir. Daha sonra İslâm'ın üçüncü yüzyılında yeniden kaleme alınmıştır. Avesta zamanla değişik yorumlara tabi tutularak karmaşık ve anlaşılmaz formlarda ortaya çıktığı için kimlerin Mecusî olduğu tarihçilerin dahi çözemediği bir muamma durumunu almıştır

(A. Bausani İslâm Düşünce Tarihi İstanbul 1990 I 77).

Mecusîlik İran'a sonradan gelen arya(soylu)lara telkin edildiği için bir soylular dini olarak ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Mecusîlik (Zertüştîlik) aryaların kurduğu Hindnizm Jainizm ve Sikh(sih) dini ile beraber arî(aryaî).. dinler kolunun bir üyesidir.

Mecusîlik dini henüz ortaya çıkmadan önce İran'da aryaların kendileri ile beraber buralara getirdikleri animizm-naturalizm karışımı dinler ve bu dinlere ait ilâhlar bulunmaktaydı. Meselâ Mithra (Mehr) güneşte ikamet ettiğine inanılan bir Mecusî tanrısı olup geç dönemlerinde Mecusîliğin bir türevi olarak ortaya çıkmıştır.

İslâm ve ehli kitap kaymaklarında belirtildiği gibi dini inançlar bakımından oldukça çeşitlilik gösteren Zerdüşt öncesi İran'da animizm -natüralizm karışımı inançların yanında ilâhî bir dinin varlığı da tartışmasızdır. Cassas Ebu Bekir er-Râzi Ahkâmu'l Kur'an'ında Feridun'dan itibaren İran Viştaseb dönemine kadar uzunca bir zaman tevhîd inancına sahip olduğunu söylemektedir. Şehristâni el-Milel'de; İranlıların Mecus dininden önce Hz. İbrahim (a.s)'in Hanif dininden olduklarını zikretmektedir.

Taberî'ye göre İsrailoğullarından bir peygamber aaaâniyan hanedanının dördüncü hükümdarı olan Viştasebe tebliğci olarak gönderildi. Bu peygamber Viştaseb'in sarayında daha önce Filistinde yaşamış olan Zerdüşt'le karşılaştı. Bu peygamber Viştaseb ve halkına tebliğini İbranice yapıyor Zerdüşt'de bunu Pehleviceye çeviriyordu.

Hükümdar Viştaseb bu zamana kadar Sabii dinine mensuptu. Ancak bu peygamber vefat edince Zerdüşt bunu fırsat bilerek şeytanın vesveselerini yeni bir din olarak tebliğ etmeye başladı. Ebu Davud İbn-i Abbas'tan rivayetle Hz. Peygamber (s.a.s)'in Farslılar'ın nebisi ölünce şeytan onlara Mecus akidelerini yazdırdı" (Ebu Davud Harac 31) şeklinde gelen bir hadis-i şerifine göre Zerdüşt'ün kurduğu dinden önce İran'da ilâhî bir dinin varlığı kesinlik kazanmaktadır.

Hurrakan'ın oğlu Zerdüşt M.Ö. VII. ile VI. yüzyıllar arasında yaşamıştır. İran sarayındaki İbranî peygamber vefat edince Viştaseb Zerdüşt'ün tebliğine muhatab oldu ve onun geliştirdiği yeni dini kabul ederek yayılması için yardım sağladı. Ayrıca tüm İran'da bir çok ateşgede (içinde ateş yanan Mecusî tapınağı) inşa ettirdi. Viştaseb'in oğlu İsfendiyar ise zaman zaman baskıya varan yöntemleri) bu dini İran'dan Anadolu içlerine kadar her yerde yaygınlaştırdı.

Zerdüşt ilâh Ahura Mazda tarafından kendisine vahyedildiğini (!) iddia ettiği Gathaları her biri on bin mısradan ibaret eserini on iki bin öküz derisine yazmıştı. Gathalarda Avesta içinde yer alır. Avesta da yorum (zend)u ile birlikte "Zend Avesta" diye isimlendirilmiştir.

Rivayetlere göre Zerdüşt bir sabah tanyeri ağarırken kutsal nehir Daiti'nin küçük bir ırmağına inmiş buradan bir miktar su içtikten sonra elinde ışıktan bir asa taşıyan ferişteh (melek) Vah Manah ile karşılaşmıştı. Manah onu Ahura Mazda'ya götürmüş ve yeni dininin emirlerini oradan almıştır. Böyle bir ruhî tecrübe geçiren Zerdüşt henüz Azerbaycan'da bulunmaktaydı ve dinini ilk kez burada tebliğ etmeye başlamıştı. Zerdüşt tebliğinin ilk dönemlerinde önemli zorluklarla karşılaştı. Bunun üzerine Azerbaycan'dan ayrılıp Belh'e geldi. Bu arada yol boyunca düşüncelerini gözden geçirdi bazı düzeltmeler yaptı. Belh bu yeni dinin yayılma merkezi oldu.

Zerdüşt yeni dinin şu dört ilkesinin uygulanmasıyla Ehrimen (zulmet)in ifsadından dünyanın kurtulacağına inanıyordu: 1. Ahura Mazda'ya ibadet 2. Feriştehlere saygı; 3. Cin ve şeytanlara lânet; 4. En yakın ile evlilik (Ö.R. Doğrul Dünyadaki Dinler Tarihi 140).

M.Ö. I. bin yıldan itibaren İran'da sosyal hayat tarım ve çiftçiliğe göre teşekkül etmeye başladığından eski dinlerin ilâh ve ayinleri (kurban kesmek gibi) Zerdüşt tarafından terk edilerek sadece Ahura Mazda'nın bakışları önünde çiftçilik ve tarımla uğraşmak gibi bir ibadet şekline dönüştürüldü. Ahura Mazda insanlardan ibadet olarak sadece iş (çiftçilik) ve barış istiyordu. En büyük ibadet kuru bir çöl parçasını ekili bir toprak haline getirip insanların yararlanmasına sunmaktır. Bu anlamda Zerdüştlük tarım kültürüne dayalı sosyal bir ıslah dinidir.

Zerdüşt dininde maddi dünyanın Cennetten daha değerli olduğuna inanılır. Çünkü kötülüğün gücüne karşı verilecek savaş ancak bu dünyada yapılabilir. Bu anlamda Zerdüştlük (mecusîlik) dünyevî bir dindir.

Gathalarda işlenen ana konu Ahura Mazda'dır. Gathalarda tam ifadesini bulan Zerdüşt dini senevî (dualist) ilâh inancına sahip birbirlerine karşı kıyasıya bir mücadeleye tutuşan ilâhların ebedî olarak savaştığı bir dindir. Bu dinde âlem hayır ve şerrin üstünlük sağlamak için mücadele ettiği bir savaş alanıdır. Bu mücadele ve çatışmanın bir tarafında iyilerin iyisi "nur ilâhî" Ahura Mazda ve ona yardım eden feriştehler; öte yanda yalan şeytanı "zulmet ilâhı" Angra Mainyu ile yardımcıları yer alır. İnsan bu mücadelede tanrılardan birisinin yanında yer alarak iyi ya da kötülüğünü ortaya koymak zorundadır. Bu savaş sonunda Ahura Mazda ve yandaşlarının zaferleri ile sona erecektir. Hayatın belirleyici aslı Hürmüz (Ahura Mazda) ile Ehrimenî (Angra Mainyiz) güçler arasındaki mücadeledir.

Ateş ışık tanrısı olan Ahura Mazdayı sembolize eder ve her tapınakta (ateşgede) bir ateş odası bulunur. Bu tapınaklardan alınan kutsal ateş söndürülmemek üzere evlere götürülürdü. Ateşgededeki ateşi yakmakla görevli rahip ateşi kirletmemek için eline eldiven giyer ağzının üstüne de bir peçe takardı.

Aydınlık ilâhı Ahura Mazda'ya inananlar cennete Angra Mainyu'nun yanını tutanlar da cehenneme gitmeye mahkumdur. Zerdüşt kendisinden üç bin yıl sonra Ehrimeni gücün sona ereceğine Hürmüz'ün hukümranlığının her tarafı kuşatacağına inanmıştı.

Mecusîlik (Zerdüştîlik) sonraki dönemlerde haleflerinin elinde yorumlanarak tahriflere uğradı. Zerdüşt'ün savaş açtığı Mithra ve Anahita gibi animistik ilâhlar yeniden Mecusîliğe sokuldu.

Zerdüşt dinine ilk ağır darbeyi Hükümdar Darius döneminde M.Ö. 331 yılında Doğu seferini yapmakta olan Büyük İskender vurdu. İskender Avestaları toplatıp Persepoliste yaktırdı ve Mecusîliği yasakladı.

Zerdüştlüğün Vıştaseb'i takib eden birinci yüzyıl dışında pekbir etkinliği olmamıştı. M.Ö. 260 ile M.S. 224 yılları arasında Mecusîler karanlık bir dönemden sonra daha önce eşi görülmemiş bir gücü ellerine geçirdiler. Sâsânîler Mecusîlerin yardımı ile İran'da iktidarı ellerine geçirince karşılığında Mecusîlere akidelerini yayma fırsatı tanıdılar. İran'da Mecusîliğin Sâsânilerce yeniden teyit edilmesi dini siyasî yapılanmada Sâsâni Mabetler iktidarını ortaya çıkarmış oldu. Bu yeni dinî-siyasî yapılanma İran da soylu (aryaî) olmayan aşağı tabakalara ve sınıflara karşı sistemli bir zulmün yapıldığı yeni bir dönemi başlatmış oldu. Bu yeni zulüm dalgası gelecek yüzyıllarda geniş halk kitlelerinin kendi istekleri ile İslâm'a girmelerini kolaylaştıran tarihi şartları oluşturdu.

Milâdî III. yüzyılda Mani Mecusî dininin esaslarından yararlanarak yeni bir din (Manieheisme) kurdu. Mani'nin asıl amacı Zerdüştlüğü ıslah etmek ve ondan evrensel bir din meydana getirmekti. Bunun için Mecusîlik Budhizm ve Hristiyanlık karışımı bir din kurmaya çalıştı. Kendisinin Hz. İsa'nın müjdelediği "Faraklit" (Süryanice Munhamenna arapça Muhammed) olduğunu iddia ederek peygamberliğini ilân etti. Mani madde ve karanlığı kötülüğün yaratıcısı; ışık ve melekût âleminin ise iyiliğin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek Mecusîlik dininin ilkelerinden yararlandı. Madde ve ışık ezelî ve ebedî bir mücadele içindedir. Kurmuş olduğu kâinat nizamı ve gök düzenini Sâsânî sarayının sınıfsal hiyerarşisine kıyasla yorumlamıştı. Manişeizm I. Vehram (Behram) döneminde yasaklandı Mani de ortodoks Zerdüşt din adamları tarafından idama mahkum edilerek öldürtüldü. Manişeist kâtifler İslâmî dönemde halifelerin saraylarına kadar sokularak inançlarını yaymaya çalışmışlardı. Muaaaile ve Eş'arî kelâmcılar bunlara karşı şiddetle mücadele ettiler. kaynak: GeldiK http://www.geldik.com/diger-dinler/50760-mecusilik-atese-tapanlar-mecusilik-atese-tapanlar-hakkinda.html

Mazdek M.S. Beşinci yüzyılın sonlarında Hükümdar Kabad (Kral Kavad)'ın himayesi altında Zerdüşt dininin bazı kısımlarının değiştirilmesi ve yeniden yorumlanması neticesinde bazı görüşler ileri sürdü. Mazdek ortaçağın ilk dönemlerinin komünizmini kurarak kadının orta malı olarak herkesin istifadesine sunulmasını zorunlu hale getirdi. Hatta bunu bir müddet uygulamaya koyduğu da bilinmektedir. Fakat bir süre sonra Kabad Mazdek ve adamlarının birçoğunu öldürttü Kabad'da oğlu Anuşirvan tarafından bir darbe ile devrildi. Anuşirvan Mazdekî inançlara karşı savaş açtı. Ancak orta Asya'da Anadolu'da ve İran'da gizli bir şekilde teşkilatlandılar.

Mazdekî etkiler İslâmî döneme sarkarak Bâbekiyye İbâhiyye Karmatiyye ve Muhammire gibi isimler altında Mecusîlik akidelerini yaymaya çalıştılar.

Hz. Peygamber (s.a.s)'in doğduğu gece meydana gelen büyük mucizelerden birisi de Mecusîliğin ebedi sanılan ateşinin sönmesi ve Kisranın sarayının on dört sütununun devrilmesiydi. Bu mucize Mecûsiliğin Sâsânîlerle gelen müşrik dinî-siyasî etkinliğinin artık yok olacağı anlamını taşıyordu.

İslâmın doğduğu ve yayıldığı sıralarda Mecusîlik İran dışında Umman Bahreyn Yemen ve Necran bölgelerinde yaygındı. Asr-ı saadette mecusîlere ehl-i kitap uygulaması yapılmıştır. El-Balâzurî'nin beyanına göre Hz. Peygamber (s.a:s) Hicretin yedinci yılının sonuna doğru Ala' b. Abdullah el-Hadramiyi Bahreyn halkını İslâma davet için bölgeye gönderdi. Zerdüştlerin bir kısmı İslâma girdi. İslâmı kabul etmeyenler de Yahudi ve Hristiyanlarla birlikte "cizye" ödemeyi kabul ettiler.

El-Balâzûri'deki bir başka rivayette de Hz. Peygamber (s.a.s) Ebu Zeyd'e Umman Mecsîlerinden cizye almasını emretmiş olduğunu zikredilir. Allah (c.c) Kuran-ı Kerim'de "Mecus"ları Yahûdi Sabii ve Hristiyanlardan sonra müşrik putperestlerden önce zikretmiştir. el-Hac 17. Bu ayet doğrultusunda ve Resulullah'ın uygulamaları ışığında İslâm hukuku Mecusîlere ehl-i zimmet statüsü tanımıştır.

Hz. Ebu Bekr (r.a)'ın hilâfeti sırasında Bahreyn Mecusîleri cizye ödemeyi reddettikleri için üzerlerine asker gönderilmişti. Hz. Ömer (r.a) Caz' b. Ma'ûya'e Bahreyn Mecusîleri için "yakın akraba evliliği yapan erkeklerin karı ve çocuklarından ayrılması yemeklerde Mecusî âdeti üzere dua yapılmaması ve Mecusî (mani) sihirbazların katledilmesi emrini göndermiş ve o da bu emri üç gün süreyle uygulamıştır. Bu uygulamanın duyulması üzerine Abdurrahman b. Avf Hz. Ömer (r.a)'e Hz. Peygamber (s.a.s)'in "onlardan yalnız cizye alınacağı başka bir mükellefiyetlerinin olmadığı" hakkındaki hadis-i şerifini (Ebu Davud Harac 31) nakledince Hz. Ömer (r.a) bu hadis doğrultusunda uygulama yapmaya başlamıştır. İslâm egemenliği altında Mecusîlerin yaşadığı her yerde cizye ödemeleri koşuluyla dini âdet ve ayinlerine müsamaha gösterilmiş ateşgedeler faaliyetlerine devam etmiştir.

Fethi takip eden yıllar içinde İran'da yaşayan Mecusî halk İslâm'ın adil düzeni karşısında kitleler halinde İslâm'a girdiler. Zira Mecusî inanç ve uygulamaları bütün türevleriyle aristokrat (sınıflı) bir din bir soyluluk inancı olarak yerli halk kitlelerini tahkir etmeye ve aşağılamaya devam etmekteydi. Hatta ilginç bir uygulama olarak da İslâm öncesi dönemlerde Mecusîliğin fiillerinden olan en yakın akraba ile evliliğin sadece soylular arasında yapılabileceği çünkü bu âdetin bir soyluluk alâmeti olduğu ilân edilerek aryai olmayanlara aşağılayıcı bir sınırlama olarak yakın akraba evliliği yasaklanmıştı. İslâm fethi Mecusî dininden kaynaklanan sınıf düzenini ortadan kaldırarak çarpık aile ilişkilerini ebediyyen ilga etti.

İslâmî dönemde Mecusî kalıntılar İslâm'a karşı oluşturulan mukavemet gruplarının psikolojik dayanağı olmaya devam etti. Mecusî inançlarıyla bütünleşen Sâsânî saltanatı İslâm'ın hükümranlığı karşısında boyun eğdikten sonra İranî (Farsî)lik haline dönüştü. Ehl-i Beyt'i Sâsânîlerin varisleri kabul ederek Hz. Ali (r.a)'nin taraftarları arasına sızıp Ehl-i Beyt'in hukukunu müdafaa perdesi altında Zerdüşt (Mecusî) inançları ile İslâm akidesini bozmaya çalıştılar. Şia'nın gulat kesiminde zuhur eden beyaniyye ilhad ve ibâhilik (her şeyi mubah gören mazdekî serbestlik) v.b. gibi fırkalar akidelerini Mecusî ve Mazdekî etkilerle beslemekteydiler.

Hicrî I. yüzyılın başlarında İran asıllı Mecusîler İran-Azerbaycan arasında kalan bölgede siyasî iktidarı ellerine geçirince bölgenin sosyal-siyasî çehresinde hızlı deformasyonlar meydana geldi. Bu bölgede İslâm'a karşı Mecusî akideleriyle beslenen bir savaş ve mücadele dönemi başlattılar. Bu dönemle Gulât-ı Şiadan olan El-Babekiye el-Hürremiyye mezhebi şu dört ilaaai kabul ederek Mecusî Mazdekî bir misyonu yürüttüklerini ortaya koydular: 1. Siyasal iktidarı ele geçirmek; 2. Ric'at akidesini yaymak; 3. Mecusîliğin nur ve zulmet ilâhlarına inanmak; 4. Kadının orta malı olduğunu kabul etmek. Babek Abbasî halifesi Mu'tasım zamanında ulûhiyyetini ilan ederek isyan etti.

Mecusî etkiler altında ortaya çıkan bir başka gulât-ı Şîa ekolü de Batınîliktir. Bu mezhep Irak'ta ayrıca Karmatî ve Mazdekî adını almıştır. Bu mezhebin ilk kurucusu Ahfaı'lı Mecusî dönmesi Me'mun b. Deysan olup; İran ve Irak'ta İslâm kisvesi altında Mecusîliği yaymaya çalışmıştır (İzmirli İ. Hakkı Yeni İlmi Kelâm Ankara 1981 105). kaynak: GeldiK http://www.geldik.com/showthread.php?t=50760

Hicri XIII. yüzyılda Mecusîliğin farklı bir yorumu ile ortaya çıkan Bâbilik ve Bahâilik İran'daki Mecusîliğin bütün folklorik mirasına sahiptir. Bâbî (Bahâî)ler eski İran hükümdarı Cemşid (ışıklı ulu padişah)'in tahta çıkışı olan 21 Mart (Nev Ruz) gününü bayram kabul ederler. Günümüzde Türkiye'de yaşayan gulat-ı Şia (Alevi) topluluklar arasında bu âdet ateş üzerinden atlamak ve etrafında dans etmek şeklinde varlığını sürdürmekte olup Mecusîlik geleneklerindendir.

Mecusîliğin temel düalizmi olan "nur" ve "zulmet" ilkesi İslâmî dönemin ikinci yüzyılından itibaren çeşitli felsefî sistemler üzerinde belirleyici etki yapmaya başladı. Bu anlamda bir etki ışrâkî filozof Sühreverdi'nin kozmoloji teorisinde açıkça görülmektedir. Sühreverdî'nin kozmolojisinde kâinat Mecusîlikte yaratıcı ilkeler olan ışık ile karanlığın derecelerinden oluşmuştur. Işıklar ışığı (Nurul-Envâr İlâhî Zat) tüm varoluşun kaynağıdır. Işrâkî felsefenin melekler hiyerarşisi de Mazdek melekler ilmine dayanır (S. Hüseyin Nasr Üç Müslüman Bilge İstanbul1985 82 83). Sühreverdî'nin fizik (cisim) teorisinde de ateş bir ışık formu olarak yüce ışığın (Nurul-A'zam) yeryüzündeki doğrudan vekili kabul edilir. Nitekim Zerdüşt de ateşi Ahura Mazda'nın yerdeki sembolü kabul ederek ona tazimde bulunmuştu.

Kaderiyyeciler Allah(c.c)'ı hayırların; şeytanı da şerrin yaratıcısı kabul etmekle Allah (c.c)'ı Hürmüze şeytanı da Ehrimen'e karşılık yaratıcı ilke kabul ettiklerinden Ümmetin Mecusîleri olarak isimlendirilmişlerdir (Aliyyü'l-Kâri Şerhu'l-Fıkhıl Ekber İstanbul 1979 140).

XVIII. yüzyılda İran'da meydana gelen karışıklıklar sonucunda Mecusîlerine en yoğun olarak bulunduğu Kirman'daki Zerdüştî semti tahrip edildi. 1887-1888 yılları arasında Kirman ve Yezd civarında toplam Zerdüştîlerin sayısının 7000-8000 kişi olduğu sanılmaktadır. Britanica Ansiklopedisinin 1911 yılı baskısında toplam Zerdüştîlerinin sayısı 9000 olarak verilmiştir. Mecusîlerin Hind kolu olan Parsî'lerin1941 yılında Hindistan'daki toplam nüfusları 114890 olarak bilinmektedir. 1951 istatistiklerine göre bütün dünyadaki Zerdüştilerin toplam sayısı 135000 dir.


Ekleyen:Ümit SERT
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     
Çalışmalarınız ve ödevleriniz için her türlü kaynak ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!
          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!