KÜLTÜR SOSYOLOJİSİ DERS ÖZETİ 1-12 ÜNİTELER
ÜNİTE 1
KÜLTÜRÜN ÖNEMİ;
İNSANI AYIRICI TEMEL UNSUR OLARAK KÜLTÜR; İnsanın diğer canlı türlerinden nasıl ayrıldığı, diğerlerine benzemeyen niteliklerinin neler olduğu, felsefenin olduğu kadar, modern öncesi çağlarda dinsel öğretilerde, modern çağlardaysa biyoloji, antropoloji, sosyoloji, psikoloji gibi farklı bilimsel disiplinlerde uzun süre tartışılmıştır. Değişen toplumsal koşullar, gelişen teknolojik olanaklar, bu tartışmanın yeni boyutlarını önümüze çıkarmaktadır. Bununla birlikte, insanın ayrıcalığını tanımlamak, belli temel ölçütler açısından mümkündür. Özellikle kültürle ilgili tartışmalarda, insanın yegâne kültür üreticisi olduğu söylenebilir. Bu durum, karmaşık sinir sistemine sahip oluşunun doğal sonucu olan ‘kendi varlığı üzerine düşünebilme’ yetisini insana kazandırmıştır. Zaten kültür, böyle bir düşünme becerisinin sonunda ortaya çıkan bir simge üretme etkinliğidir. Doğayı olduğu gibi kabul etmek yerine onu, kendi varlığını anlamlandırma yönünde dönüştürme arzusu, sadece insana özgüdür. Bu dönüştürme etkinliklerinde biriken bilgi ve ürünler, kültür adını verdiğimiz, insanlık belleğinden kuşaklar ötesine iletilir.
İnsan Türünü Diğerlerinden Ayıran Temel Özellikleri; *Dünya’nın yaklaşık dört buçuk milyar (4.500.000.000) yaşında olduğu, farklı disiplinlerdeki çeşitli araştırmalarla ortaya çıkmıştır. *Tek hücreli ve ilkel yaşam biçimleri, on milyonlarca yıl Dünya gezegeninin yegâne canlıları olmuşlardır. Dünya’mn bu eski tarihine bakıldığında, karmaşık canlıların (sürüngenler ve memeliler) oluşumu, görece yeni bir süreçtir (yaklaşık 230 milyon yıl önce). Memelilerin en gelişkin kolu olan, en karmaşık sinir sistemine sahip primatların yeryüzündeki varlığı, ancak 65 milyon yıl olarak ifade edilebilecek kadar yenidir. *Uygarlık adını verdiğimiz üst düzey ve karmaşık yaşam örgütlenmelerinin ortaya çıkışı yalnızca 5000 yıllık bir süreci kapsamaktadır. *Türkçe’de uygarlık olarak tanımladığımız insan toplulukları örgütlenmesi, Avrupa dillerinin birçoğunda civilisation sözcüğüyle karşılanır. *“kent” anlamına gelen Latince “Civitas” kavramından türemiştir. Nitekim aynı kavram Arapça’da Medeniyet ve Medine (hem genel anlamda kent hem şu an Suudi Arabistan sınırları içinde bulunan Medine kenti) ilişkisinde açıkça görülür. *Kent, avcı-toplayıcı ya da hayvancılıkla geçinen toplulukların yeri değildir. Kent yaşamı, belli bir yerde sabit kalmayı gerektiren üretim ilişkilerine bağlıdır. Düzenli tarım, istikrarlı ticaret ve daha ileriki aşamalarda sanayi, kentin varlık nedeni olmuştur. *Üretilen, depolanan ve ticarete konu olan tarım ürünlerinin hesabını tutma zorunluluğu, yazının icadını tetikleyen en temel unsurdur. *Yazının icadı, insanlık tarihinde önemli bir dönüm noktası olarak kabul edilmiştir. Zira insanın üretimi, üretimine kattığı anlam, bu anlamlar etrafında örgütlenen toplumsal yaşam, bunların simgeler düzeyindeki soyutlamaları, hep yazı sayesinde kayda geçirilmiş, bu şekilde kuşaklar boyu taşmabilmiştir. *Her ne kadar kültürün üretimi ve birikimi kent yaşamı ve yazının ortaya çıkışıyla belirgin hale gelmişse de kültür kavramının tarihi çok eskilere dayanmaktadır. *Sanatsa, simgeleri taşımada en önemli etkinlik olarak, çağlar boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur. İnsanı diğer türlerden ayıran özelliği, uzun süre zekâ olarak tanımlanmıştır. *Zekâ ve işlevleriyle ilgili birçok tanımın yapılarak insanın ayırt edilmesi, çeşitli güçlükler içermektedir. Kuşkusuz zekâ, insanda en üst düzeye ulaşan bir sinir sistemi işlevidir. Ancak; zekânın varlığı, insanın biricikliğini açıklamamaktadır. Sadece insanın daha gelişkin bir zekâya sahip olduğu iddia edilebilir. İnsanın başka hiçbir türde var olmayan ayırıcı özelliği, zekânın kullanılışına bağlı olarak simge üretme becerisidir. *insan türü, birikim, aktarım ve dönüşümü gerçekleştirebildiği için kültür üretir. *Kültür, bir toplumda bütünleşmeyi sağlayan en temel unsur olarak kabul edilebilir.
İnsanların Kendi Varoluşunu Sorgulayabilme Yetisi; *İnsanın simge üretme nedenlerinin başında, kendi varlığının farkında olması gelmektedir. Bunun anlamı, insanın, kendisini ‘kendisini düşünen’ bir canlı olarak düşünebilmesidir. *Bugüne kadarki bilimsel bilgilerimiz, bu yetinin, başka hiçbir türde mevcut olmadığını göstermektedir. Öyleyse insan, kendi varlığını, sadece ontolojik (kendi bedeninde biyolojik var oluş durumu ve buna bağlı olan kendini benzerlerinden ayırt etme potansiyeli; örneğin kendini besleme, tehlike karşısında savunma, vb.) düzeyde değil, aynı zamanda, bu var oluşa kendine özgü bir anlam katabilme yetisi düzeyinde de deneyimler. *Paleolitik Çağ’da mağaralara duvar resimleri yapmaktan, Antik Çağ’da devasa anıt ya da tapmaklar inşa etmeye, siyasi fikirlerini bir kitapta toplamaktan sevgilisinin adını bir ağaç gövdesine kazımaya kadar her insan eylemi, aslında bir ölümlülüğe direnme çabasıdır. Ölümsüzlüğü, biyolojik ömrün ötesinde eserler vererek, simgeler üreterek arama çabası, kültür olgusunun en temel varlık nedenidir. Zira kültür, doğanın dışında insanın, onu dönüştürerek ürettiği her şeyin toplamı olarak da tanımlanabilir. *Pelolitik Çağ: insanlık tarihinin çok büyük bir kısmını kaplayan, günümüzden iki milyon yıl öncesinden 10.000 yıl öncesine kadar olan zaman dilimi. Yontma veya Eski Taş Çağı da denilen bu süreç, çağdaş insanın ataları olan Homo Neanderthal ve Homo Sapiens türlerinin birlikte varolduğu bir tarihsel dönemdir, insanların alet yapmaya, teknolojiyi geliştirmeye Paleolitik’te başladıkları çeşitli kanıtlarla ortaya konmuştur. *Rene Descartes (15961650): Orta Çağ’ın din- merkezli skolastik felsefesinden kopuşun önemli halkalarından biri olan Fransız düşünür Descartes, modern felsefenin kurucu büyük filozofları arasında yer alır. Avrupa’da Aydınlanma düşüncesinin, insanın merkez alındığı bir düşünce sistematiğinin öncülirindendir. Felsefede olduğu kadar matematik ve ilahiyat alanlarında da yenilikçi fikirleriyle, Avrupa’da 16. yüzyıldan itibaren yaşanan büyük dönüşümün düşünsel yol açıcılarından olmuştur. *Rene Descartes, var olmanın ön koşulunu, var olmanın bilincine bağlamıştır. *Descartes’m ünlü deyişi “düşünüyorum öyleyse varım’’ (cogito ergo suni), işte bu kendi üzerine düşünebilme yetisini ifade eder. *Descartes’a göre, insan, kendisini (kendi varlığını) bir dış göz gibi görebilen, kendisine dışarıdan bakabilen bir canlıdır. *Tarım toplumlarında, kâdir-i mutlak (gücü her şeye yeten) bir Tanrı imgesi ve ona bağlı bir insan topluluğu söz konusudur. * Modern düşüncenin temelini oluşturan sekülerleşme; Dünya’nın, varlığın, insanın bu oluş içindeki amacının, mutlak ve değişmez Tanrı iradesinden, yanlışlanabilir ve değişken insan aklının egemenliğine geçmesi anlamına gelir. *Modern Çağ, bir yandan insanı dinin ve cemaatin boyunduruğundan kurtarmış, diğer yandan, sorgulanmaz hakikat fikrinin getirdiği bütüncül yaşayışın dışında, onu, sürekli olarak bireyliğini en iyi şekilde ifade etmek zorunda olduğu hareketli bir düzene tâbi kılmıştır. *Modern Çağ, kapitalizmin yükselişi kadar, sanatta ve bilimde son derece hızlı bir gelişmenin gözlemlendiği, kültür ve estetik olgularının çok incelikli ürünlere dönüştüğü bir aşama olarak görülür. İnsanın varlığına atfettiği anlamları simgelere dönüştürme çabası, özünde bir ölümsüzlük isteğidir; farklı biçimlerde de olsa bütün çağlarda gözlemlenen bir olgudur.
|