GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE
YUNUS EMRE
ŞİİRLERİ
Nadir BENCAN
GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİ İLE
YUNUS EMRE ŞİİRLERİ
Bu çalışmada,Abdulbaki Gölpınarlı’nın Yunus Emre adlı derleme eserindeki şiirler esas alınmıştır(Altın Kitaplar yayınevi-1971). Türkçeleştirmeye çalıştığım şiirlerin başındaki Latince numaralar, Gölpınarlı’nın eserindeki şiir numaralarıdır.
Seçtiğim şiirlerde anlama, ölçüye ve kafiyeye uymaya çalışarak değiştirdiğim kelimeleri italik olarak yazdım. Anlam, ölçü ve kafiye yönünden değiştiremediğim kelimeleri de kalın harflerle göstererek, karşılarına en yakın anlamlarını yazmaya çalıştım. Ayrıca (*) işareti ile de bazı yerlere kısa açıklamalar ekledim. İlgilenen okuyucular Gölpınarlı’nın eserinden aynı numaralı orijinal şiiri bularak gerçek Yunus’a ulaşabilirler.
Hatalar için okuyucunun hoşgörüsüne sığınıyorum. Hataları bildirirseniz minnettarlıkla düzeltmeye çalışacağım.
Nadir BENCAN
I
Geze geze yolum düştü, sabahın sinleri gördüm Mezar
Karışmış kara toprağa, şu nazik tenleri gördüm
Çürümüş toprak içre ten, sin içinde yatar pinhan Gizli
Boşanmış damar akmış kan, batmış kefenleri gördüm
Yıkılmış sinleri dolmuş, hep evleri harâb olmuş
Tüm işleri öyle kalmış, ne beter halleri gördüm
Yaylalar yaylamaz olmuş, kışlalar kışlamaz olmuş
Paslanmış söylemez olmuş, ağızda dilleri gördüm
Kimisi zevk ve işrette, kimi saz ve eğlencede Yasak eğlence partisi
Kimi belâ ezziyette, kararmış günleri gördüm
Akıp gitmiş kara gözler, belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında, gül derer elleri gördüm
Kimisi boynunu eğmiş, tenini toprağa salmış
Anasına küsüp gitmiş, boyun buranları gördüm
Kimi çığlık çığlık ağlar, zebaniler canın bağlar
Tutuşmuş sinler ateşe, çıkan dumanları gördüm
Yunus bunu nerde gördü, gelip bize haber verdi
Aklım vardı bilim şaştı, nitekim bunları gördüm
II
Sabah kabristana vardım, gördüm cümle ölmüş yatar
Her biri çaresiz kalmış, ömrünü bitirmiş yatar
Vardım bunların katına, baktım ecel heybetine
Nice yiğit muradına eremeden ölmüş yatar
Yemiş kurt kuş bunları ki, nicelerin bağrın deler
Ufacık yeni yetmeler gül gibice solmuş yatar
Tuzağa düşmüş tenleri, Hakk’a ulaşmış canları
Görmez misin sen bunları, nöbet bize gelmiş yatar
Dökülmüş inci dişleri, dökülmüş sarı saçları
Bitmiş bütün teşvişleri, çamurda erimiş yatar Fitne- kargaşalık,
Gitmiş gözünün karası, hiç işi yoktur durası
Kefen bezinin pâresi kemiğe sarılmış yatar
Yunus gerçek âşık isen, mülke sûret bezemegil Güzellik vermeye çalışma
Mülke sûret bezeyenler kara toprak olmuş yatar
III
Yeryüzünde gezer idim, uğradım milketler yatar Varlıklı
Kimi yaşlı kimi çocuk, kuşağı pek berkler yatar Sıkı
Kimi yiğit kimi koca, kimi vezir kimi hoca
Gündüzleri olmuş gece, onlar gibi çoklar yatar
Doğru varırdı yolları, kalem tutardı elleri
Bülbüle benzer dilleri danışman yiğitler yatar
Büyük küçük ağlamışlar, server yiğitler düşmüşler Büyük, ünlü
Baş ucunda yay kırmışlar, kurulmuş ne oklar yatar
Atlarından bulut tozan, önlerinde davul çalan
Ele güne hükmü geçen ne muhteşem beyler yatar
Gece gündüz oğlancıklar söyler iken bülbül gibi
Ayrılmışlar, anaları mezarını bekler yatar
Elleridir kınalı hep, hizmetçileri şeker- leb Şeker dudaklı
Kargı gibi uzun boylu, gül yüzlü hatunlar yatar
El bağlamıştır hepisi, Tanrısındandır umusu
Kuma gitmiştir kimisi, evlenmeden çoklar yatar
Yunus bilmez kendi halin, Tanrıdır söyletir dilin
Bir nicesi yeni gelin, ak değirmi yüzler yatar
IV
Sana ibret gerek ise gel göresin kabirleri
Taş olsan da eriyesin bakıp görünce bunları
Şunlar ki çoktur malları, gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş, onun da yoktur kolları
Hani mülke benim diyen, köşk ve saray beğenmeyen
Şimdi bir evde yatarlar, taşlar olmuş üstünleri Sütun, direk
Bunlar eve girmeyenler, zühd-ü taat kılmayanlar Dinin gerekleri
Bu beyliği bulmayanlar, zira geçti devranları
Hani ol şirin sözlüler, hani ol güneş yüzlüler
Şöyle kayıp olmuş bunlar, hiç belirmez nişanları
Bunlar bir vakt beyler idi, kapıcılar korlar idi Vakit, zaman
Gel şimdi gör bilmeyesin, bey hangidir, ya kulları?
Ne kapı vardır giresi, ne yemek vardır yiyesi
Ne ışık vardır göresi, gece olmuş gündüzleri
Bir gün senin dahi Yunus, benim dediklerin kala
Seni dahi böyle ede, nitekim etti bunları
VII
Geldi geçti ömrüm benim yel esip de geçmiş gibi
Hele bana şöyle gelir, göz açıp da yitmiş gibi
İşbu söze Hak tanıktır, bu can gövdeye konuktur
Bir gün çıka gide kafesten kuş uçup gitmiş gibi
Miskin adem oğlanını benzetmişler ekinciye
Kimi biter, kimi yiter, yere tohum ekmiş gibi
Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm Alevsiz yanmak
Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi Olmamış, yeşil ekin
Bir hastaya vardın ise, bir içim su verdin ise
Yarın orda karşı gele Hak şarabın içmiş gibi
Bir fakiri gördün ise, bir eskice verdin ise
Yarın orda sana gele Hak şarabın içmiş gibi
Yunus Emre bu dünyada iki kişi kalır derler
Meğer Hızır İlyas ola, Âb-ı hayat içmiş gibi Ölümsüzlük veren hayat suyu
X
Ey yarenler ey kardaşlar ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişmân olup kend’özüme dönem bir gün
Yanlarıma kona elim, söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim, ne yaptımsa görem bir gün
Oğlan gider danışmana, çağrıdır dosta düşmana
Şol dört tekbir namaz ile ömrüm tamamlayam bir gün Cenaze namazı
Beş karış bezdir giydiğim, yılan çıyan yiye tenim Kefen bezi;
Yıl geçe devrile sinim, unutulup kalam bir gün
Başıma dikeler hece, ne gündüz bilem ne gece Mezar taşı yazısı;
Alemler ümidi hoca, sana ferman olam bir gün
Yunus Emre sen bu sözü dahi tamam etmemişsin
Tek yürüyeyim neyleyim, üstadıma gelem bir gün
XII
Sen bu cihan mülkünü kaftan kafa tuttun tut Kaf dağından kaf dağına
Ya bu âlem malını, kumar ile uttun tut
Süleyman’ın tahtına keyifle oturdun bil
Devlere perilere hükümleri ettin tut
Firavn’ın hazinesin Nûşin-revan genciyle İran hükümdarının hazinesi
Karun malına katıp sen malına kattın tut
Bu dünya bir lokmadır, ağzında çiğnenmiş bil
Çiğnenmişe ne yutmak, ha sen onu yuttun tut
Ömrün senin ok gibi yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak, ha sen onu attın tut
Her bir nefes kim gelir, keseden ömr eksilir
Çün kese ortalandı, sen onu tükettin tut
Çün denize garkoldun, boğazına geldi su
Deli gibi deprenme, ey biçare battın tut
Yüz yıllar hoşluk ile ömrün olursa Yunus
Sonucu bir nefestir, geç ondan da üttün tut Geçmek, uçmak
XIII
Niceler bu dünyada günahını yuyamaz
Ömrü geçer yok yere, bir acımaduyamaz
Bir nice kişilerin gaflet gözün bağlamış
Hak yoluna der isen bir yufkaya kıyamaz yufka ekmeğe
Bu dünya bir gelindir yeşil kızıl donanmış
Kişi yeni geline bakmaya hiç doyamaz
Ey nice aslanları alır aktarır ömür
Azrail pençesine, bir yoksulca duramaz
Var şimdi miskin Yunus, uryan olup gir yola çıplak
Yüz çukallı gelse de, yalıncağı soyamaz Zırhlı; Yalın ayaklı
XIV
Bu dünyaya gelen kişi âhır yine gitmek gerek Sonunda
Misafirdir vatanına bir gün sefer etmek gerek
Vade kıldı ol dost bize, biz bu cihana gelmeden
Öyleyse ne eğleniriz, ol vademiz yetse gerek
Biz de varırız ol ile, kaçan kim vademiz gele Kaçınırsın ki
Kişi varacağı yere gönlünü berkitse gerek
Can neye ulaşır ise akıl da ona bağlanır
Gönül neyi sever ise dil onu şerhetse gerek Açıklamak, anlatmak
Aceb midir aşık kişi maşukunu zikrederse Sevileni
Aşk başından aştı mı bir, gönlünü zâr etse gerek Sesli ağlamak
Yunus şimdi sever isen sevgiliyi anlat bize
Âşıkın oldur nişanı, maşukun ayıtsa gerek Sevdiğinden bahsetse
XVI
Gerekmez dünyayı bize, çünkü hayat sonsuz değil
Bir kul bin de yaşar ise ölünce bir saat değil
Bu dünya kahır evidir, nice ömürler eritir
Cennetten huy al eykişi, yalan yanlış gaybet değil
Şol senin mümin kulların, dünya zındanı onların
Bu dünyada mümin olan, keyif süremez, şâd değil Neşeli;
Burda zalimlik eyleyen, nefsini hırsla doyuran
Yüzleri kara görürsün, öz canları rahat değil
İnsanlar ki eren ona, dün gün taat kılan ona Gece; İbadet
Verilir cennet onlara, zira biliştir yâd değil Yabancı
Yunus miskin mestanesin, sen seni gör ko bunları Sarhoşça
Dünyada gösteriş yapmak kişiye iyi ad değil XVIII
Seni Hak’tan yığanı her ne ise ver gider
Ne beslersin bu teni, sinde kurt kuş yer gider Mezarda
Ölene bak gözün aç, dökülür sakal-u saç
Yılan çıyan gelir aç, yiyip içip sır gider
Bize bizden ulular, çokça iyi huylular
Şol iyi amelliler haber böyle der gider
Haramdan kes elini, gaybetten çek dilini Dedikodu, arkadan konuşmak
Azrail el’ermeden bu dükkanı dir gider Kapatmak, dürmek
Ecel erer kurur baş, tez tükenir uzun yaş
Düpdüz olur dağ ve taş, gök dürülür yer gider
Çün can ağdı bedene, yarağ et ahırete İyi şeyler biriktir
Tanla duran taate, Tanrısına er gider Tan vakti; İbadet;
Miskin Yunus ölecek, sini nurla dolucak
İman yoldaş olucak, ahırete şîr gider Aslan gibi
XXIII
Mana eri bu yolda melûl olası değil Elemli
Mana duyan gönüller asla ölesi değil
Ten fanidir can ölmez, gidenler gene gelmez
Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil
İnci seven gönüller yüz bin yol gider ise
Haktan nasib olmasa, nasib olası değil
Sakın ki yarin gönlü sırçadır sımayasın Camdandır, kırmayasın
Sırça sındıktan geri, bütün olası değil Kırıldıktan sonra
Çeşmelerden bardağın doldurmadan kor isen
Bin yıl orda dursa da, kendi dolası değil
Şol Hızır ile İlyas Ab-ı hayat içtiler
Bu birkaç gün içinde, bunlar ölesi değil(*)
Yarattı Hak dünyayı, peygamber dostluğuna
Dünyaya gelen gider, bâki kalası değil
Yunus gözün görürken yarağın eyle bugün Gerekli şeyler, araç
Gelmedi ora giden, geri gelesi değil
(*)Ab-ı hayat içerek ölümsüzlüğe kavuşan Hızır ile İlyas’ın kıyamete kadar ömür süresi vardır. Bu uzun ömrün göreceli kısalığını anlatmak için “bu birkaç gün” tabirini kullanıyor Yunus. İnsanın yaratılışından öncesi ve kıyametten sonrası sonsuz zaman içinde, kıyamete kadarki sürenin bile ne kadar kısa olduğunu vurgulamak istiyor. XXV
Ey padişah ey padişah, her an işin düzedurur
Dünya onun bostanıdır, sevdiğini üzedurur Sevdiği meyve-sebzeyi toplamak
Yavuzluk eyleme sakın, ecel sana senden yakın
Nicelerin aslın kökün, düzüp düzüp bozadurur
Sonunda görürsün orda, çok yarağ eylegil burda İyi işler;
Canlar baki değil tende, de birkaç gün gezedurur
Sorucu gelir yer yırtıp, sorar Tanrın kimdir diye
İşbu canım onu duyup, kemiklerim sızadurur Sızlar
Ey Tanrıyı bir bilenler, can Hakk’a kurban kılanlar
Ölü değildir bu canlar, aşk gölünde yüzedurur
Ben gördüm erenler uçtu, aşk kadehin dolu içti
Hak katında nazı geçti, şöyle yüzü yere durur(*)
Erenlerin kulu isen ölümün hatırla Yunus
Nic’erenler geldi geçti, növbet şimdi bizedurur
(*) Uçtuğu, aşk kadehini dolu içtiği ve Hak katında nazı geçtiği halde yüzü yere bakan alçak gönüllü erenlerden bahsediliyor.
XXVI
Ol dost için ağlar isem, gözüm yaşını kim sile
Ya bunca ağlamak ile, bu gözyaşı iy’ce gele
Ey yarenler ey kardaşlar, kime diyem durumumu
Ya şu benim bu derdimin dermanını kim ne bile
Alem derman olur ise sensiz derman olmayacak
Sensiz derman olamaz ki, çün gönülde dost sevile Çünkü
Ölüp mezara girersem, etim tenim çürümeye
Ayrılmayam sevdiğimden, çün giderim sevgi ile
Ahd-i sâbık denilmeden, henüz Elest buyrulmadan Elest meclisinden önce
Ol ben idim ben ol idi, peki bu neden kesile
Yarenlerim der ki bana, seni ne için görmedim
Ayrılığa düştü beden, bir menzilden bir menzile
Ol dost ile benim işim ölüp dahi bitmeyecek
Ya nice ola ki bite, çün gönülde dost sevile
Yarın mahşer koptuğunda, tüm kullar nefsim diyecek
Ben Yunus’u hiç anmayam, Taptuk’u getirem dile
XXXII
Bir imaret göster bana ki sonu viran olmaya Güzel yapı; Harabe
Kazan şu malı kim senden dökülüp geri kalmaya
Dökülüp kalacak malın, eller alacak helalin
Senden geri kalan malın sana faydası olmaya
Ol malında cömert isen, hayırlara yelter seni Yöneltir
Malında sıkıp durursan, sahibi rahat olmaya
İsrafil sûrunu ura, dağlar tepeler sürüle
Bir karınca cevabını bin Süleyman veremeye(*)
Bu dünya hep ıssız kala, altını malı döküle
Sebil olup öyle yata, hiç sahibi bulunmaya
Hey Yunus Emre ölünce, var yürü doğru yolunca
Dünyasını terk edenler yarın hasrette olmaya Ölmeden ölenler
(*)Bir gün Süleyman Peygamber bir karıncaya bir yıllık yiyeceğinin miktarını sorar. Karınca da, -”Bir buğday tanesi yerim” diye cevap verir. Cevabın doğru olup olmadığını kontrol etmek isteyen Süleyman Peygamber karıncayı bir şişeye koyar. Yanına da bir buğday tanesi koyarak hava alacak şekilde şişeyi kapatır. Ondan sonra da bir yıl bekler. Müddeti dolunca şişeyi açtığında bir de bakar ki karınca buğday tanesinin yarısını yemiş, yarısını da bırakmıştır. Kendi kendine meraklanır. Acaba neden yemedi diye düşünür. Bunun üzerine Hz. Süleyman karıncaya buğday tanesini tamamen neden yemediğini sorar. Karınca da: -”Daha önce benim yiyeceğimi yüce Allah verirdi. Ben de O’na güvenerek bir buğday tanesini tamam olarak yerdim. Çünkü O beni asla unutmaz ve ihmal etmezdi. Fakat bu işi sen üzerine alınca doğrusu nihayet bu aciz bir insandır diye sana pek güvenemedim. Belki beni unutup yiyeceğimi ihmal edebilirsin. O yüzden de bir yıllık yiyeceğimin yarısını yiyerek, diğer yarısını da ertesi yıla bıraktım” diye cevap verir. XXXIII
Tanrı gönderecek sana bir gün ecel serhengini Azrail
Gele görüne gözüne, azdıra benzin rengini
Sora sana emaneti, sahibi geri istiyor
Ala senden emaneti, ede seninle cengini
Emaneti senden ala, gövdeni kuru boş sala
Veballer boynunda kala, nefsin vura külüngünü Taşçı kazması
Malın ve varın ey paşa, hısımın kavmin üleşe
İledeler seni taşa, göresin sinin tengini Mezarın darlığını
Seni mezara koyalar, menzil mübarek diyeler
Üstüne tez tez yumalar dünyanın hâk-u sengini Taşını toprağını
Karanlık yerde olasın, amelin ile kalasın
Çok ah edip söyleyesin, pişmanlığın utancını
Yunus şimdi tövbeye gel, can sendeyken eyle amel
Aşk ile gel kuşan artık, bu dervişlik palhengini Dervişlerin kemer üzerine taktığı taş
XLIV
Nasihat kandilinden bir işaret göründü
Tenim içinde canım ondan yana süründü
Nefsimin ejderhası döndü bana haml’etti Hamle etti
Kanaat hay demezse yeri göğü yer şimdi Meydan okumak
Kanaati yar edin, uyma nefs dileğine
Eresin hakikate, yerin buldun dur şimdi
Kanaat dediğini eğer sen tutmaz isen
Nefsine uyar isen, ser-gerdan ol yor şimdi Serseri
Yunus hak tecellisin şiir dilinden söyler
Canda inci var ise, Haktan yana yür’imdi
LI
İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan kişi misali taşa benzer
Taş gönülde ne biter, dilinde zehir tüter
Nice yumşak söylese, sözü savaşa benzer
Aşkı var gönlü yanar, yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış, sarp katı kışa benzer
Ol sultan kapısında, hazreti tapısında Huzurunda
Aşıkların yıldızı her dem çavuşa benzer Çavuş yıldızı, Zühre,Venüs
Geç Yunus endişeden, gerekse bu pîşeden İş, sanat
Ere aşk gerek evvel, sonra dervişe benzer
LII
Ey dost senin aşkın odu, ciğerim pare baş gelir
Aşkından yanar yüreğim, yandığım bana hoş gelir
Aşkın oduna yandığım, ağlamak oldu güldüğüm
Dost sana zârı kıldığım, münkirlere savaş gelir Ağladığım; İnkarcılar
Söyler isem sözüm savaş, söylemezsen ciğerim baş
Cihanda doludur kallaş, her birinden bir taş gelir
Gör nice taşlar atılır, dost için başlar tutulur
Gelir gönüle bakılır, halimize haldaş gelir
Bizim halimizden bilen, kimdir aşka münkir olan
Bizim sevdiğimiz Hak’tır, bu halka gözle kaş gelir
Nice nice sultanlar var, aciz kalır aşk elinde
Her kim bu yola düşerse, ol bu yola yavaş gelir
Erenler buna kalmadı, vardı yoluna durmadı
Hakk’ı gerçek sevenlere cümle alem kardaş gelir
Miskin Yunus bil özünü, dosta açıp şol gözünü
Hangi burçtan bakar isen ol sultana güneş gelir(*)
(*)Tanrıya hangi burçtan bakarsan bak, yani hangi yol ile Tanrıya ulaşmaya çalışırsan çalış, o burç Tanrı için güneş gibidir. Tanrı katında, ona ulaşmaya çalışılan her yol en değerli aydınlık yoludur. LXVIII
Aşk eteğin tutmak gerek, akıbet zeval olmaya Sonu düşkünlük olmasın
Aşktan okuyan bir elif, kimseden sual olmaya
Aşk dediğin duyar isen, aşka candan uyar isen
Aşk yolunda candır feda, ona feda mal olmaya
Asilzadeler nişanın eğer bilmek diler isen
Özü erkek da olursa, sözünde vebal olmaya
Âriflerden nişan budur, her gönülde hazır ola
Kendini teslim eyleye, söz dedikodu olmaya
Görmez misin sen arıyı, her bir çiçekten bal eder
Sinek ile pervanenin yuvasında bal olmaya
İnci cevher ister isen âriflere hizmet eyle
Cahil bin söz söyler ise, manada miskal olmaya Anlam olarak; 1.5 dirhem
Miskin Yunus zehir bile aşk elinde ilaçolur
İlm ü amel, zühd ü taat, aşk yoksa helal olmaya İlim ve uygulama, dinin gerekleri
LXX
Aşktan dava kılan kişi hiç anmaya hırs u hevâ Heves
Aşk evine girenlere artık ne istek ne hevâ İstek, gönül akması
İzzet ü erkan hepisi, bunlardır dünya sevgisi Üstünlük ve protokol kuralları
Benim cevabım sen söyle, aşka izzetimdir bahâ Alışkanlık haline getirme
Dili ile aşk deyenler bilmezler aşk neyled’iğni
Aşktan haber söylemesin kim dünya izzetin seve Üstünlük, şeref
Her kim izzetten geçmedi, aşıklık iftira ona
Geçemez dost döşeğine, atla katır yahut deve
Yunus’a aşık diyerek sakın özenip gelme ha
Çok bezirgan pişman olur varacağ’mız uzun yola LXXI
Sensiz yola girer isem çare yok adım atmağa
Gövdemde kuvvetim sensin, başım getirip gitmeğe
Gönlüm canım aklım bilim senin ile karar eder
Can kanadı açık gerek uçarak dosta gitmeğe
Kendiliğinden geçeni, doğan eder Tanrı onu Doğan kuşu;
Ördeğe kekliğe salar, vade gelince tutmağa
Bin Hamza’ca kuvvet vermiş kaadir Tanrı aşk erine
Dağları yolundan ırar, kasteder dosta gitmeğe Uzaklaştırır
Yüz bin Ferhad külüng alıp kazar dağlar temelini
Kayalar kesip yol eyler, Ab-ı hayat akıtmağa
Ab-ı hayatın çeşmesi aşıkların visâlidir Kavuşma
Sohbeti aşk ile eder susamışları yakmağa
Aşık mı derim ben ona, Tanrının cennetin seve
Cennet kendi bir tuzaktır, ahmaklar canın tutmağa
Aşık olan miskin olur, Hak yoluna teslim olur
Her ne dersen boyun tutar, çare yok gönül yıkmağa
Bildik gelenler geçtiler, gördük konanlar göçtüler
Aşk şarabın içen canlar uymaz göçmeğe konmağa
Tutulmadı Yunus canı, geçti cehennem cenneti
Yola düşüp dosta gider, ol aslına varmaklığa
LXXII
Bilir misiz ey yarenler gerçek erenler nerdedir
Nere baksan orda hazır, nerde istesen ordadır
Aşksızlara benim sözüm benzer kaya yankısına
Bir zerre aşkı olmayan belli bilin yabandadır
Yalancılık eyleme ha, aşka yalan söyleme ha
Burda yalan söyleyenin orda yeri zındandadır
Ey kendözünü bilmeyen, söz manasını bulmayan
Hak varlığın ister isen ilim ile Kur’andadır
Allah benim dediğine vermiş verir aşk varlığın
Kimde ki var bir zerre aşk, Tanrı varlığı ondadır
Niceler der ki Yunus’a, kocadın sen aşkı bırak
Bu aşk bize yeni geldi, henüz daha turvendedir Turfanda
LXXIII
Aşkın aldı benden beni, bana seni gerek seni
Ben yanarım dün ü günü, bana seni gerek seni Gece ve gündüz
Ne varlığa sevinirim, ne yokluğa yerinirim
Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar öldürür, aşk denizine daldırır
Görüntü ile doldurur, bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem, Mecnun olup dağa düşem
Sensin dün ü gün düşüncem, bana seni gerek seni
Sufîlere sohbet gerek, Ahîlere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek, bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler, külüm göğe savuralar
Toprağım o an çağıra, bana seni gerek seni
Yunus Emre benim adım, gün geldikçe artar odum Ateşim
İki cihanda maksadım, bana seni gerek seni
LXXIV
Ey dost aşkın denizine girem, garkolam yürüyem
İki cihan meydan ola, devranım sürem yürüyem
Girem denize garkolam, ne elif ne mim dal olam
Dost bağında bülbül olam, güllerin derem yürüyem(*)
Bülbül olam öyle ötem, gönül olam beden tutam
Başımı elime alıp yoluna verem yürüyem
Bülbül olam öyle ötem, ey nice gönüller güdem
Yüzüm aşk ile an be an toprağa sürem yürüyem
Şükür gördüm gül yüzünü, içtim kavuşmayârını
Bu benlik senlik şehrini, terkini uram yürüyem Silip bozmak
Yunus’tur aşk avaresi, biçareler biçaresi
Sendedir derdim çaresi, dermanım soram yürüyem
(*)Yunus burada, elif, mim, dal olmak istemeyip, bülbül olup gül dermeyi isteyerek, ilmin aşk yanında değersiz olduğunu vurguluyor. Başka şiirlerinde de bunu vurgular. Bir şiirinde;
Dört kitabın manisin okudum hasıl ettim
Aşka gelincek gördüm, bir uzun hece imiş
Diyecektir. Yani dört kitabın tamamı, bir hecelik aşk ile açıklanabilir. O kitaplar, aşk hecesinin biraz uzunca anlatılmasından başka bir mana taşımıyorlar der Yunus.
CIII
Ey yarenler kim işitti aşık tövbe kıldığını
Ya kim işitti denize ateş düşüp yaktığını
…
Yüzgeçlik öğrenmeyen kul, hiç girmesin bu denize
Aşk deryasının dibi yok, şaşırmayın battığını
Sarraflığı öğrenmeyen bu inciyi boncuk sanır
Varır verir beş paraya, bilmez neye sattığını
Her kim onun gül yüzünü burada net görmez ise
Yarın o başıboş geze, hiç bilmeye n’ettiğini
Yunus der ki er kuluyum, Taptuk’umuz dost yüzüdür
Bu sözüme inanmayan, edebilsin ettiğini
CIX
Hoştur eğer yürür isem aşk oduna yana yana Ateşine
Nasıl yanmadan durayım, aşk ateşi düştü cana
Bu işler tamam olunca buluşuruz sevgiliyle
Sevgiliyi gören kişi gerek yana ve tükene
Bir nesne çiğ olunca o, ateş olmazsa pişer mi
Benim hayatım çiği di, aşk odu oldu bahane
Benim dostla pazarlığım doğduğum zamandan değil
Sever idik sevgiliyi henüz gelmeden cihana
Aşk maşuk’a Taptuk gerek, Yunus kuldur o kapıda
Kölesine lütuf etmek hem kaidedir sultana
CXVI
Ne etsem bu gönlüm evi aşk elinden taşa gelir
Nice yüksek yürür isem aşk başımdan aşagelir
Nasıl söyleyim sırrımı, söyleyemem hiç kimseye
Gider sabrım ve kararım, dost önüme düşegelir
Hey nice sabreyler ise dost yüzünü gören kişi
Hakikati gördüm diyen, kend’özünden şaşagelir
Sevilenin görüntüsü türlü türlü renkler olur
Bir cilvede yüzbin gönü hiç durmadan coşagelir
O dost ile benim işim bulut ile güneş gibi
Bir an perdeler açılır, bir an perde başa gelir
Hayret gene miskin Yunus aşka tutulmuş gidiyor
Zira ki bu aşktan güzel hiç yoktur ki başa gelir
CXIX
Sen ki bize bizden yakın, görünmezsin hicap nedir Perde
Ayıbı yok ki yüzünün, üstündeki nikap nedir Peçe
Demedin mi ey padişah, doğru yolu gösteririm
Ortağın da yok ey şahım, suçlu kimdir, itap nedir Azarlama
Levh üzere kimdir yazan, azdıran kim kimdir azan
Bu işleri kimdir düzen, bu suale cevap nedir
Rahim idi senin adın, rahimliğin bana dedin
Kitapta müjdelediğin “Lâ taknatû” hitap nedir “Ümidinizi kesmeyin”
Bu işleri sen bilirsin, sen verirsin sen alırsın
Ne yaptığımı bilirsin, ya bu soru hesap nedir
Hani bu mülkün sultanı, bu ten ise hani canı
Bu göz görmek diler onu, bu merhûma meap nedir Öldükten sonra görünme
Yunus bu göz onu görmez, görenler de haber vermez
Bu yollara akıl ermez, bu koyduğun serap nedir Hayali görüntü
CXX
Din ve millet sorar isen, aşıklara din ne hacet
Aşık kişi harab olur, harab bilmez din diyanet
Aşıkların gönlü gözü maşuk diye gitmiş olur
Artık adam mı sayılır ki yapacak zühd ü taat Dinin gerekleri
Sevap alan cennet için, günahlar cehennem için
İkisinden de kurtulur, neye benzer bu işaret
Her kim dostu sever ise, dosttan yana gitmek gerek
İşi gücü dost olunca cümle işten olur azat
Onun gibi sevgilinin haberini kim getirir
Cebrail, peygamber yetmez, böyle olundu işaret
Soru hesap olur mu hiç, iki dünyadan geçene
Münker ve Nekir ne sorar terkolunca cümle murat Mezardaki sorgu melekleri
Korku ve ümit yok olur, varlık yokluk bırakana
İlme amele bakılmaz, ne terazi var ne sırat Sırat köprüsü
O kıyamet pazarında her bir kula baş korkusu
Yunus sen aşıklar ile hiç görmeyesin kıyamet
CXXII
Hak bir gönül verdi bana, hâ demeden hayran olur
Bir an gelir neşelenir, bir an gelir giryan olur Ağlayan
Bir an sanasın kış gibi, şol zemheri olmuş gibi
Bir an müjdelerle dolar, hoş bağ ile bostan olur
Bir an gelir söyleyemez, Bir sözü şerheyleyemez Açıklamak
Bir an dilden inci döker, dertlilere derman olur
Bir an çıkar fezalara, bir an iner taht-es sera Yerin dibi
Bir an sanırsın damladır, bir an taşar umman olur Okyanus
Bir an cehalette kalır, hiç bir şeyi bilmez olur
Bir an dalar ilimlere, Galen ile Lokman olur
Bir an dev olur ya peri, viraneler olur yeri
Bir an uçar Belkıs ile, sultan-ı ins-ü can olur İnsanların ve ruhların sultanı
Bir an varır mescidlere, yüz sürer orda yerlere
Bir an kiliseye gider, İncil okur ruhban olur
Bir an gelir İsa gibi ölmüşleri diri kılar
Bir an öyle kibirlenir, Firavunla Hâmân olur
Bir an Cebrailmiş gibi, rahmet saçar her köşeye
Bir an yolunu kaybeder, miskin Yunus hayran olur
CXXIV
Benim ol aşk balığı, denizler hayran bana
Derya benim damlamdır, zerreler umman bana Okyanus
Kafdağı zerrem değil, ay ve güneş bana kul
Hak’tır aslım şüphe yok, mürşittir Kur’an bana
Çün dosta gider yolum, ezeli mülktür ilim Çünkü, bu yüzden
Aşktan söyler bu dilim, aşk oldu seyran bana Gezip tozma
Yok iken bu saraylar, sen var idin padişah
Ah bu aşk elinden ah, dert oldu derman bana
Adem yaratılmadan, can kalıba düşmeden
Şeytan lanet olmadan, göklerdi seyran bana
Yaratıldı Mustafâ, y& |