FİLİSTİN SORUNU
XIX.yüzyüın sonlarından itibaren dünyanın çeşitli ülkelerinden gelip Filistin'e yerleşen Siyonistler tarafındankendi öz ülkelerinden zorla çıkarılmış ve göçmen olarak çeşitli ülkelerde zor şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmış 4.5 milyon Filistinlinin ülkelerine dönme ve bağımsız bir devlet kurma mücadelelerinin oluşturduğu sorunlar bütünü. Bu sorun, çağımızın en Önemli uluslararası sorunlarından biri olup halen çözüme kavuşturulmuş değildir. Filistin Sorunu, Orta Doğu bölgesini ilgilendiren bir bölgesel sorun olarak ortayaçıkmakla birlikte, kısa zamanda uluslararası bir nitelik kazanmış ve özellikle uluslararası sisteme yön veren süper güçlerin yakından ilgilendikleri başlıca konulardan biri olmuştur.
Filistin Sorunu'nun geçmişine bir göz atmak yararlı olacaktır. Mısır'dan gelip buraya yerleşen Yahudiler M.S. I.yüzyıla kadar Filistin'de yaşadılar. Yahudilerden sonra Roma İmpara-torluğu'nun eline geçen Filistin, daha sonra Bizans İmparatorluğu'nun sınırları İçerisinde kaldı ve ardından burası Perslerin hakimiyetine girdi. Erken dönemlerde bu bölge ile ilgilenen Müslümanlar, Halife Hz.Ebubekir zamanında Filistin'i İslam Devleti'nin sınırlarına kattılar (634). Hz.Ömer zamanında ise Kudüs'ün de alınması İle (638) bölge tamamen müslümanların eline geçti. Kutsal yerleri ve Özellikle Hz.Ömer Kudüs şehrini müslümanlardan kurtarmak amacı taşıyan Haçlı Seferleri sırasında bölge bir süre Haçlıların eline geçtiyse de, Selahaddin Eyyubî tarafından burada yeniden İslamm hakimiyeti tesis edildi (1187). Bir ara Memlûklulann elinde iken 1516 yılında tüm Arap Yarımadası İle birlikte Osmanlı Devleti'nin siyasî sınırlarına dahil oldu ve tam dört yüz yıl Osmanlıların elinde kaldı.
I.Dünya Savaşı'nda Filistin cephesinde İngilizlerle çarpışan Osmanlı Devleti'nin yenilmesi üzerine bu bölge ingiltere'nin eline geçti. Savaş yıllarında İngiltere, Fransa ve Rusya arasında 1916'da imzalanan Sykes-Picot gizli Antlaşması'na göre tüm Orta Doğu bu ülkeler arasında paylaşıldıysa da, Rusya'nın yıkılması üzerine bölge İngiltere ile Fransa arasında bölüşüldü. Irak, Şarkü'l-Ürdün ve Filistin İngiltere'nin mandasına girdi. İngiltere işgal ettiği Filistin'de kurduğu askerî yönetimi 1920'de sivil yönetime dönüştürdü.
I.Dünya Savaşı'nın sonundan 1948'e kadar Filistin'de devam eden İngiliz manda yönetimi döneminde Filistin Sorunu yönetimin Siyonizm lehine olan tutum ve uygulamaları ile ciddi boyutlar kazandı. Savaş yıllarında İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour 1917 yılında yayınladığı bir deklarasyonda, Filistin'de Yahudilere bir yurt temini için İngiliz hükümetinin çalışacağı belirtilmişti. Filistin Soru-nu'nun ortaya çıkmasında en önemli paya sahip olan Siyonizm'e yapılan desteklerin başında Balfour deklarasyonu gelmektedir. Bu deklarasyonla dönemin süper gücü olan İngiltere'nin desteğini kazanan Yahudiler, Filistin'e yeniden yerleşmek için dünyanın çeşitli yerlerinden göç ederek buraya gelmiş ve kısa zaman içerisinde bölgenin demografik ve sosyal yapısının Filistin halkının aleyhine değişmesine ve böylece de Filistin Sorunun'nun ortaya çıkmasına neden olmuşlardır. Yahudilerin bir millet olarak Filistin'e tekrar yerleşmek için gösterdikleri örgütlü gayretlerden doğan bir hareket olan Siyonizm, 1897 yılında toplanan Birinci Siyonistler Kongresi'nden İtibaren giderek güçlenmiş ve Yahudilerin Filistin'e göçü yönünde önemli çalışmalar yapılmıştır. Savaş yıllarında bölgeye çok az Yahudi göç etmişse de, savaştan hemen sonra İngiliz yöneticilerin müsamahaları ile göç hızlanmış ve manda yönetimi süresince 376.845 Yahudi buraya gelmiştir. Siyonist amaçlarla Filistin'e gelen Yahudiler, kurdukları kolonilerde yaşayarak bir devlet kurma amacına yönelik şekilde örgütlenmiş ve ortaya çıkan sorunlarını kurdukları Örgütler bünyesinde ve uluslararası alanda çözmeye gayret etmişlerdir. Dünya Siyonistler Kongresi, Yahudi Ajansı, Yahudi Gizli Ordusu, Yahudi İşçi Sendikaları Birliği vb. örgütler planlı ve bilinçli olarak Filistin'i koloni-leştirmeye ve burada bağımsız bir devlet kurmaya yönelik çalışmalar yapmışlardır.
Yahudilerin Filistin'e giderek artan göçleri yerli Arap halkı tedirgin etmiş ve bundan dolayı, manda yönetimi yıllarında çeşitli karışıklıklar çıkmıştır. 1920,1921,1929,1936 ve 1939 yıllarında buradaki yerli halk ile dışarıdan gelen Yahudiler arasında ciddi çatışmalar ortaya çıkmış ve Filistinlilerin ayaklanmalarını manda yönetimi her defasında basit çözümlerle yatıştırmaya çalışmıştır.
II. Dünya Savaşı yıllarında nispeten sakin geçen Filistin'deki gelişmeler savaş sonrasında kurulan yeni uluslararası sistemle birlikte yeni bir çehre kazanmakta geç kalmamıştır. Savaştan yenik çıkan İngiltere, Filistin kamburundan kurtulmak istiyordu ve bu amaçla sorunu 1947 Şubat'ında Birleşmiş Milletler'e havale etti. 1939 yılında Filistin'e Yahudi göçü sınırlandırma kararını alan İngiltere, Siyonistlerin sert tepkileri ile karşılaşmış ve Yahudilerle İngiltere arasındaki ilişkiler giderek bozulmaya başlamıştı. Ayrıca savaş sırasında da 1942'den itibaren Amerika Birleşik Devletleri'nİn de desteğini kazanmış olan Siyonistlerin bağımsızlık talepleri de ciddi şekilde ortaya çıkmıştı. 1945'de Siyonist örgüt tarafından İngiltere'ye iletilen istek tablosunun başında Filistin'de bir Yahudi Devleti'nin kurulması için acilen karar alınması talebi bulunuyordu. İngiltere'nin böyle bir talebe olumlu cevap vermesi, o günün konjonktürü içerisinde mümkün değildi; zira eski sömürgeleri olan Arap Devletlerini kaybedebilirdi. Bu İtibarla İngiltere sorunun çözümünü, BM'e havale etmekte buldu.
Birleşmiş Milletler, Filistin Sorunu İle ilgili olarak bir Özel komisyon (United Natİons Spe-cial Commİttee on Palestine: UNSCOP) kurdu ve bu komisyon tarafından hazırlanan ve Filistin'in Araplar ile Filistinliler arasında taksim edilmesini ve böylece bölgede iki ayrı bağımsız devlet kurulmasını ön gören bir plan hazırladı. Bu plan 29 Kasım 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda oylandı ve 13 olumsuz oya karşı (Türkiye de olumsuz oy vermiştir.) 33 olumlu oyla kabul edildi. Kabul edilen Filistin'in paylaşılması ve iki ayrı devletin kurulması ile ilgili karar, Yahudi Devleti'ne 14.100 Km2 Arap Devleti'ne de 11.500 Km2 toprak ayırıyordu. Kudüs şehri ise Birleşmiş Milletler'in vesayetine veriliyordu. Böylece dünyada ilk kez -belki de son kez- dünya barışını korumak amacıyla kurulmuş olan bir uluslararası örgüt, sorunun taraftarı olan insanlara hiç bir şey sormadan ve sorunla hiçbir ilgisi bulunmayan ülkelerin oyları ile bir devlet kurmuş oluyordu.
Filistinliler BM'in "taksim" kararını şiddetle reddederken Siyonistler kararı olumlu buldular, fakat Kudüs için öngörülen statüyü benimsemediler. BM'de "taksim" kararının alınmasından hemen sonra Filistin'de çatışmalar başladı. Siyonistler sadece Filistinlilere karşı değil, İngilizlere de karşı koyuyorlardı. Nihayet İngiltere 14 Mayıs 1948'de birliklerini buradan çekti ve hemen aynı gün Siyonistler de İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan ettiler. ABD ve SSCB bu yeni devleti ilk tanıyan ülkeler oldular. İsrail Devleti'nin kurulması ile Filistin Sorunu yeni boyutlar kazandı. Arap ülkeleri bu karara sert tepki göstererek Arap Birli-ği'ne bağlı askeri birliklerle Siyonistler arasında şiddetli çatışmalar oldu. Ocak 1949'da bir ateşkes antlaşması imzalandı ve çatışmalara son verildi. İsrail, bu savaşta Filistin'in büyük bölümünü ele geçirirken, Ürdün de Batı Şe-ria'yı işgal etti. Mısır ise Gazze Şeridi'ni ele geçirdi. Kudüs'ün doğusuna Ürdün, batısına da İsrail el koydu. Böylece Filistin fiilen paylaşılmış oldu ve İsrail'in eline düşen topraklardaki
Filistinliler yüzyıllardır yaşadıkları öz yurtlarından Siyonistler tarafından zorla çıkartılmağa, komşu ülkelere sürülmeğe başlandı. Binlerce Filistinli komşu Arap ülkelerine sığınmak zorunda kaldı.
Filistin'deki İsrail Devleti kurulana kadar Filistin Sorunu, dünyanın değişik yerlerinden buraya göç ederek gelen siyonistleri bölgeye sokmama, Siyonistlerin buraya yerleşmelerini engelleme, demografik yapının Siyonistlerin lehine gelişimine karşı durma ve kendi öz topraklarına sahip çıkma mücadelesi şeklinde belirirken İsrail devletinin kurulmasından sonra Filistinlilerin kendi öz ülkelerinden çıkarılmaları, komşu ülkelerde gayrı insanî şartlarda ve göçmen çadırlarında sığıntı olarak yaşamaya mecbur edilmeleri ve ülkelerinden çıkarılan milyonlarca Filistinlinin ülkelerine dönem ve bağımsız bir devlet kurma mücadelesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
İsrail Devleti'nin egemenliği altında yaşayan Filistinlilerin kimisi ülkelerinden göç ederek komşu Arap ülkelerine sığınırken, kimisi burada kaldılar ve İsrail'in acımasız ayrıma politikası altında yaşamaya devam ettiler. 1964 yılında Kudüs'te Filistin Kurtuluş örgütü (FKÖ) kurulana kadar, Filistin halkının haklı talepleri ve sesi, Arap ülkeleri tarafından dile getirilmeye çalışıldı. Fakat aslında Arap ülkeleri Filistin'de bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını istemediklerinden, bu yöndeki taleplere pek de destek sağlamış değildirler. Ürdün 1949'da işgal ettiği Batı Şcria'yı İ950 Eylül'ün-de ilhak ettiğini açıkladı İse de, bu karan sadece İngiltere ve Pakistan tanıdığını açıkladı.
1967 Arap-İsrail savaşı, Filistin Sorunu'nun kronoljisinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu savaşta İsrail, Ürdün'ün elinde bulunan Batı Şeria'yı, Mısır'ın elindeki Gazze şeridini, Sina yarımadasını ve Suriye'nin elindeki Golan tepelerini işgal etti ve ülke topraklarını üç misline çıkardı. İsrail'in işgal ettiği bu bölgelerde yaşayan 1 milyondan çok Filistinli'nİn bîr kısmı komşu Arap ülkelerine -özellikle de Ürdün'e, göç ederken, bir kısmı da İsrail'in egemenliği altında kaldılar. Ürdün'de gayri İnsanî şartlarda yaşayan ve Arap ülkelerinde ucuz el emeğini temsil eden Filistinliler çeşitli kuruluşların yadımlan ile hayatlarını sürdürmeye çalıştılar. 1970 yılında Ürdün yönetimi İle bu ülkede yaşayan Filistinliler arasında kanlı çatışmalar oldu ve Ürdün yönetimi duruma hakim olarak Filistinlileri ülkesinden çıkardı. Ürdün'den ayrılmak zorunda kalan Filistinliler Lübnan'a sığındılar.
1964'te Kudüs'te kurulan Filistin Kurtuluş örgütü (FKÖ), Filistin halkının haklannı savunmak ve bu hakları ele geçirmek için düzenli bîr ordu kurmaya karar verdi ama 1967 Sa-vaşı'nda Arapların yenilmeleri üzerine bu ordu çöktü. Bundan sonra mülteci kamplarında yetişen Filistinlilerin etkin oldukları ve çeşitli adlar altında örgütlenen direniş örgütleri tesirli olmaya başladılar. Bunlar arasırjdan El-Fe-tih, Yaser Arafat, S.Halef, K.İ.Vczir, F.E1--Kaddumi gibi şahsiyetlerin liderliğinde kısa zamanda sivrilerek bağımsız bir politika İzlemeye başladı ve Filistin mücadelesine damgasını vurdu. 1%5'ten itibaren İsrail'e karşı silahlı mücadeleye yönelen El-Fetih, 1968 yılında Filistin Milli Konseyi'ne girmeyi ve Y.Ara-fat'm Yürütme Kurulu Başkanlığına getirilmesini başardı, Y.Arafat, İsrail'le mücedelede yeni stratejilerin belirlenmesinde etken oldu. FKÖ, 1969 yılında Filistin'de "laik ve demokratik" bir devlet kurulması amacıyla çalışacağını açıkladı. FKÖ'nü ele geçiren el-Fctih, İsrail'le mücadelede bir üs olarak kutlandıkları Ürdün'den çıkarıldıktan sonra Lübnan'a yerleşerek buradan mücadeleyi yönlendirdi. 1973 Arap-İsrail savaşında da Arapların yenilmeleri ve İsrail'in işgal altında tuttuğu toprakları biraz daha genişletmesi Filistinlilerin geleceği üzerinde olumsuz etkide bulundu. FKÖ İsrail'le mücadelede tedhişe yöneldi ve uçak kaçırma, baskınlar düzenleme, adanı kaçırma gibi eylemler gerçekleştirdi ve bu tür olaylarla sesini duyurmayı başardı, fakat dünya kamu oyundan şiddetli tepki aldı.
1974 yılındaki gelişmeler Filistin Sorunu için Önemli bir dönüm noktası teşkil etmektedir. 1973 Savaşı'ndan sonra barış görüşmelerinde
Filistin halkını kimin temsil edeceği sorunu ortaya çıkmıştı. İsrail'in varlığını kabul etmeyen daha soldaki örgütler banş görüşmelerine karşı çıkarak "red cephesi" oluşturdular. FKÖ ise görüşmelerden yana tavır aldı ve 1974 yılında Önemli diplomatik başarılar kazandı. Önce Mısır ve Ürdün FKÖ'nü Filistin halkının tek meşru temsilcisi olarak kabul ettiler. İkinci İslam ülkeleri Zirve Konferansı, Afrika Birliği Teşkilâtı, Arap Birliği, UNESCO ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı, FKÖ'nün Filistinlilerin temsilcisi olduğunu tanıdı. Ayrıca BM, Filistinli göçmenlerin "ülkelerine geri dönme ve tazminat alma hakları" olduğunu da belirtti. Aynı yıl Arafat, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Filistin halkının taleplerini dile getirdi. Bağlantısızlar hareketinin üyeliğine de kabul edilen FKÖ, Arap Birliğine tam üye olarak kabul edildi ve bu tarihten İtibaren dünyadaki bağımsız devletlerin çoğunluğu tarafından tanındı. Ayrıca pek çok ülkede diplomatik temsilcilikler açtı.
FKÖ'nü etkisiz hale getirmek için Lübnan'daki mülteci kamplarına pek çok kez saldıran İsrail binlerce insanın ölümüne sebep oldu. Mart 1978'de Filistinlileri etkisiz hale getirmek bahanesiyle Güney Lübnan'ı işgal eden İsrail, çeşitli kereler mülteci kamplarını bombaladı. 1979 Mart'ında Mısır ile İsrail arasında barış antlaşmasının imzalanmasını hem FKÖ, hem de diğer Arap devletleri şiddetle eleştirdiler ve Mısır'ın Arap Birliği, İslam Konferansı Teşkilâtı gibi bölgesel uluslararası kuruluşlardaki üyeliğini askıya aldılar. Camp David antlaşmaları İsrail'in Sina Yarımadasından çekilmesinin yanı sıra, Batı Şcria ve Gaz-ze Şerİdİ'nde Filistinlilere özerklik verilmesi için Ürdün, Mısır, İsrail ve Filistinlilerin temsilcileri arasında görüşmelerin sürdürülmesini öngörüyordu .Fakat ne doğru dürüst görüşmeler yapılabilmiş, ne de önerilen özerkliği Filistinliler kabul etmişlerdir. Temmuz 1980'de israil'in Doğu Kudüs'ü İlhak ederek Kudüs'ü İsrail'in böiünmez başkenti olarak ilân etmesi şiddetli tepkilere sebep olduysa da, her zaman olduğu gibi bir oldu bitti politikası sonuııda istedikleri gayeye ulaştılar.
Haziran 1982'de İsrail Lübnan'ı yeniden işgale yöneldi ve Filistinlilerin yaşadıkları mülteci kamplarını bombaladıktan sonra FKÖ karargahının bulunduğu Batı Beyrut'a ulaşan İsrail birlikleri Filistinlilerin Beyrut'u terketme-lerini sağladı. Beyrut'tan ayrılmayı kabul eden FKÖ yöneticileri ve savaşçıları uluslararası gücün denetimi altında Tunus'a taşındılar. Bazı Filistinliler ise Cezayir, Libya ve diğer Arap ülkelerine gittiler. FKÖ merkezini Tunus'a taşıdıktan sonra Suriye desteğindeki Filistinliler ile Arafat taraftarları arasında Trablusşam'da şiddetli çarpışmalar oldu. El-Fetih'in gücü ve Arafat'ın prestiji iyice sarsıldı. İsrail askerlerinin müsâade etmeleri üzerine Filistinli göçmenlerin yaşadıkları Sabra ve Şatila kamplarına giren Hristiyan Falanjistler yüzlerce kişiyi çoluk çocuk demeden katlettiler. Bu katliam Arap ülkelerinde ve tüm dünyada büyük bir nefret uyandırdı. ABD, Filistin Sorunu'nun çözümü amacıyla Eylül İ982'de Rcagan Planı adıyla bir barış planı önerdi. Bu plana göre Orta Doğu barış görüşmelerinde Filistinlilerin Ürdün tarafından temsil edilmeleri ve Batı Şerİa ve Gazzc Şerİdİ'nde oluşturulacak özerk bir yönetimin Ürdün'e bağlanması savunuldu. Fakat plan Fİlİstinlilerce reddedildi ve Arap ülkeleri Fcz'dc toplanan Arap Zirvesinde Fez Planı'nı ortaya atarak ABD planına karşı yeni öneriler getirdiler. FKÖ'nü Filistin-lerin tek temsilcisi olarak bir kez daha belirten Fez Planı'nı ABD ve İsrail kabul etmedi. Ayrıca Arafat'a karşı olan direniş örgütleri de Fez Planına karşı çıktılar. Arafat, Lübnan'dan ayrıldıktan sonra diplomatik ve siyasî İlişkilere giderek daha fazla önem verdi ve bu alanda başarı sağladı. 1985'te Lübnan'a dönen Filistinliler ile buradaki Emel örgütü milisleri arasında şiddetli çatışmalar oldu. Emel örgütü milislerinin kuşatması altında bulunan Filistin kamplarında, yardım malzemesi ulaştırılamaması üzerine açlık ve hastalık yüzlerce kişinin ölümüne sebep oldu. Kamplar savaşı ancak Filistinlilerin Güney Lübnan'dan çekilmeleri üzerine son buldu.
Nisan 1987'de Cezayir'de toplanan 18.dö-nem Filistin Millî Konseyi toplantısında FKÖ içerisinde ve Filistinliler arasında yeniden birlik sağlandı ve YArafat FKÖ liderliği görevini korudu. Aralık 1987'dc işgal altındaki Filistin topraklarında Filistinlilerin ayaklanmaları başladı. Bu ayaklanmada (İntifada) ateşli silahlara baş vurulmaksızın sadece sapan, taş ve benzeri malzemeler kullanıldı. Genel grev, işe gitmeme, dükkanları açmama, vergi ödememe v.b. yöntemler İsrail yönetimini güç durumda bıraktı. İsrail ayaklanmayı bastırmak için şiddete ve teröre başvurdu, fakat ayaklanmada yüzlerce Filistinlinin ölmesi, millî bilincin gelişmesine ve ayaklanmanın ısrarla sürdürülmesine yol açtı. Nihayet Ürdün'ün 1988'de Batı Şeria ile her türlü hukuk bağını kopardığını açıklamasından sonra bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönünde çalışmalar hızlandırıldı. Kasım 1988'de olağanüstü olarak Cezayir'de toplanan Filistin Millî Konseyi, 15 Kasım 1988'de Birleşmiş Milletlerin 181 (II) sayılı karartan ile Filistinlilere bırakılan ve halen İsrail'in işgali altında olan topraklarda Bağımsız Filistin Devleti'nin kurulduğu açıklandı. Bu kararla birlikte Filistin Sorunu yeni bir döneme girmiş oldu.
Bağımsız Filistin Devleti'nin kurulduğunun duyurulmasından sonra yüze yakın ülke bu devleti tanıdıklarını açıkladı. İsrail ve ABD karara sert şekilde karşı çıktı. ABD'nin Arafat'ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda konuşma yapması için ülkesine girişine vize vermemesi üzerine Arafat Cenevre'de Aralık 1988'de yapılan BM Genel Kurul toplantısına katılarak burada bir konuşma yaptı ve terörizmin her türlüsünün karşısında olduğunu açıkladı. Arafat'ın konuşmasından sonra ABD'nin FKÖ ile kurduğu temas halen sürdürülmektedir. Cezayir deklarasyonu ile BM'in 181 ve 242 sayılı kararlarını kabul eden FKÖ, böylece İsrail'in varlığını da kabul etmiş oldu. FKÖ'nün İsrail'in varlığını kabul etmesi bazı direniş örgütleri tarafından şiddetli şekilde eleştirildiyse de, genel olarak Bağımsız Filistin Devleti, İsrail dışında hemen hemen bütün ülkelerce kabul edilmiştir. Şimdi İsrail işgali alımdaki Filistin topraklarında ayaklanma, ABD ile FKÖ arasındaki temas, Orta Doğu ve Filistin sorununa barışçı bir çözüm bulma gayretleri sürdürülmektedir.
Türk dış politikası açısından Filistin sorunu önemli bir yer işgal etmektedir. Türkiye'nin bu sorun ile tanışması İlk defa 1947'de Filistin'in taksimi planının Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda görüşülmesi sırasında oldu. Bu tarihten önce manda yönetimi döneminde Türkiye Filistin sorunu ile ilgilenmemiş ise de, bu bölge Osmanlı Devleti elinde iken Yahudilerin siyonist amaçlarla buraya göç etmelerine izin verilmemiştir. Türkiye, Filistin'in taksimi ile ilgili 181 (II) sayılı karara olumsuz oy vermiş, ve bu kararın sorunun çözümünde olumlu etkisi olamayacağını belirtmiştir. İkinci Dünya Savaşından sonra dış politikada Ba-tı'ya yönelen Türkiye'nin Orta Doğu'da sömürge yönelimleri kurmuş olan sömürgeci Batı ülkcyerile birlik olması, ortak savunma sistemi içinde biraraya gelmesi, Arap ülkeleriyle ve Filistinlilerle yolları ayırmıştır. Türkiye'nin ellili yıllarda Bağdat Paktı'nda yer alması, Batı ülkelerinin çıkarlarına yönelik politika takip etmesi onu dış politika alanında yalnızlığa İtmiş ve 1964'lerde bu durumun ortaya çıkması, içeride kamuoyunun farklılaşması ve ülke çıkarına uygun dış politika izlenmesi gereğinin anlaşılması üzerine çok yönlü bir dış politika izlenmeğe başlanmıştır. Bu cümleden olarak hem Orta Doğu ülkeleriyle, hem de Doğu Blo-ku ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesine çalışıldı. Türkiye'nin İslam Konferansı Teşkilatı toplantılarına katılmasıyla ilişkiler daha da geliştirildi. 1976yılında İstanbul'da toplanan Yedinci İslam Dışişleri Bakanları Konferansı'nın hemen öncesinde Türkiye FKÖ'yü tanıdı ve Ankara'da temsilcilik açmasına İzin verildi. Filistin halkının vazgeçilmez haklarını, İsrail'in işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerektiğini ve Filistinlilere insanca yaşama hakkı vermesi gerektiğini her defasında dile getirdi. İslam Konferansı toplantıları sonunda açıklanan ortak bildirilerde ve Arap ülkeleriyle olan görüşmelerde alınan kararlara iştirak eni. İsrail'in her türlü saldırılarım kınadıysa da bu ülkenin bağımsızlığını ilk tanıyan ülkelerden biri olma vasfını hiçbir zaman silemedi. Ancak 1980 askerî müdahalesinden sonra iş başına gelen askeri hükümetin İsrail'le İlişkileri maslahatgüzar seviyesine indirmesi İslam ve Arap dünyasında olumlu etki yaptı. Bu tarihten sonra hem Filistin sorunu, hem de Orta Doğu ülkeleriyle ilişkilerin daha ileriye götürülmesine çalışıldı. Birleşmiş Milletler'dckİ görüşmelerde ve oylamalarda Türkiye devamlı Filistinle-rin lehine oy kullandı. Orta Doğu ülkeleriyle İlişkileri geliştirmek amacında olan Türkiye, bunun yolunun Filistinlilerin yanında olmaktan geçtiğini biliyordu.
15 Kasım 1988'de ilan edilen Bağımsız Filistin Dcvleti'ni ilk tanıyan ülkelerden birinin Türkiye olması müslüman ülkelerde memnuniyet yaratırken, İsrail ve ABD'de şaşkınlığa neden oldu. Fakal Türkiye Filistinlilerin haklı davalarını desteklemekte ve Filistin sorununun ancak, dünyanın çeşitli yerlerinde göçmen olarak yaşayan Filistinlilerin kendi ülkelerine dönmeleri ve kendi devletlerine kavuşmaları İle çözümlenebileceğini savunmaktadır. |