Araştırma ve ödevleriniz için her türlü kaynağı ve dokümanı En Geniş Araştırma ve Ödev Sitesi: www.arsivbelge.com ile bulabilir ve İsterseniz siz de kendi belge ve çalışmalarınızı gönderebilirsiniz!
Her türlü ödev ve dokümanı
www.arsivbelge.com ile kolayca bulabilirsiniz!

Araştırmalarınız için Arama Yapın:


Araştırmalarınız için Arama Yapın:

  
                    

Felsefe ve Din Arasındaki İlişki
www.arsivbelge.com
Felsefe ve DinFelsefe ve Din Arasındaki İlişki dokümanıyla ilgili bilgi için yazıyı inceleyebilirsiniz. Binlerce kaynak ve araştırmanın yer aldığı www.arsivbelge.com sitemizden ücretsiz yararlanabilirsiniz.
Felsefe ve Din Arasındaki İlişki başlıklı doküman hakkında bilgi yazının devamında...
Ödev ve Araştırmalarınız için binlerce dokümanı www.arsivbelge.com sitesinde kolayca bulabilirsiniz.

Felsefe ile din arasındaki ilişki

Felsefe ile din arasındaki ilişki sorunu, sonuçta siyasal güçle ilgiliydi. Felsefenin dinden üstünlüğü görüşü, bu görüş temelindeki tartışmalar sivil hayatın dinsel otoriteden bağımsızlaşması, dinden bağımsız örgütlenmesi süreci boyunca sürdü ve siyasal yönetimlerin sekülerleşmesine katkıda bulundu

Önce onuncu yüzyılda Farabi, sonra onu izleyen İbn Rüşd ve İbn Meymun, nihayet onaltıncı yüzyılda Giordano Bruno gibi düşünürler felsefe ve din arasında barışçıl bir birliği önerirken gerçekte, çoğu kez örtük ve dolaylı olarak bu ilişkide felsefenin üstün olduğunu, dinin felsefeye tabi olması gerektiğini savunuyorlardı. Bu düşünce geleneğine göre din bir kurguydu, ama gerekliydi de. Farabi dinin felsefe tarafından belirlenmiş konuların yayılmasında, halkın eğitilmesinde yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Yani, din pratik eğitsel, retorik bir araçtı.
Ayrıca, yöneticiler din aracılığıyla halka daha iyi ulaşabilir, düşüncelerini halka daha iyi anlatabildilerdi. (Gilberto Sacerdoti, Kurban ve Egemenlik: Shakespeare'den Bruno'ya Avrupa'da Teoloji ve Siyaset, İtalyancadan çeviren Z. Yılmaz, Dost Kitabevi Yayınları, 2007)
İbn Meymun'a göre Musa bir kurucu- peygamber, filozof ve aynı zamanda gerçek bir siyasetçiydi. Bir kurucu olarak aşağılanan bir kavmi bağımsız bir topluluğa dönüştürdü, köle bir halkı bağımsız bir toplum olarak örgütledi. Filozof yönü onu rasyonel kılıyordu. Gerçekte tefekküre dayalı bir dinden yana olmakla birlikte pagan inançlardan arda kalan bazı akıldışı uygulamaları, örneğin, kurbanı korudu.
Bir halkın gerçekten günahları varsa kendilerini masum kanı akıtarak bağışlatamazlardı. Masum canlıları öldürmeleri batıl bir inançtı, akıl dini içinde açıklanabilir ve onaylanabilir bir eylem değildi . Musa kurbanı insanlığın çocukluk çağına özgü bir batıl inanç olarak görmesine rağmen toplumsal nedenlerle buna gönülsüzce izin vermişti. Çünkü bir siyasetçi olarak halkın ani ve köklü değişiklikleri kabul etmeyeceğini, bu tür değişikliklerin büyük tepki doğuracağını, alışkanlıkları kolay kolay terk etmemenin insan doğasının bir parçası olduğunu gayet iyi biliyordu.
Bir filozof olarak bilgece, beri yandan bir siyasetçi olarak temkinli davranmıştı. (Sacerdoti s. 251301). Arapça yazan İbn Meymun, Musa'nın bu tutumunun kurnazca çare, iyi niyetli kurnazlık anlamlarına gelen talattuf sözcüğüyle açıklar. Şunu da eklemeliyiz: Kurban geleneği modern zamanlara da uzanıyor, modern devlet ve seküler siyasal yapı içinde varolmayı sürdürüyor. Modern toplumlarda ötekileştirmenin bir tür arınma sağladığı düşünülüyor.
Tevrat'a tarihi-pedagojik yorum getirmeye çalışan İbn Meymun Farabi'yi izleyerek, dogmalara dayanmayan, esnek bir din fikrini savunuyor, dinin kurucunun koyduğu yasaların farklı tarihsel koşullar altında değiştirilebileceğini öne sürüyor, dinde reformlar için kapı açıyordu. Düşünceleri eğitimli ve seçkin bir kesim arasında taraftar buldu.
Dini felsefeye bağlayan bu düşüncelerin açıkça dile getirilmesi, savunulması kuşkusuz hayli riskliydi, büyük tepki alması kaçınılmazdı. Dolayısıyla, İbn Meymun da tıpkı Musa gibi söz konusu düşüncelerini ifade ederken temkinli davranmış, bunları gölgelemiş, satıraralarına gizlemişti. Geleneklere karşı çıktığı, geleneksel dinsel otoriteyi eleştirdiği 'Şaşırmışlar İçin Rehber'i gizemli bir yazı tekniğiyle yazmıştı. Leo Strauss'un sözüyle bu metin "yedi mühürle mühürlenmiş"ti. (Leo Strauss, Persecution and the Art of Writing, Univercity of Chicago Pres, 1988 )
Strauss bu soy ezoterik yazının köklerini Platon'a kadar götürür. Ona göre filozof çok özel bir bireydir. İçinde yaşadığı topluma yabancıdır. Bir sürgündür. Toplumun hem içindedir, hem de o topluma yabancıdır, bir sürgündür.
Onun içinde yaşadığı politik rejim mitlerle beslenir, otoritesini mitler ve rasyonel olmayan düşüncelerle meşrulaştırır. Oysa filozof rasyoneldir . Bu karşıtlık filozof ve şehir arasında bir gerilim yaratır. Platon'dan başlayarak pek çok filozof bu gerilimi yaşamıştır.
Filozof cezalandırma kaygısıyla, zulme uğrama korkusuyla düşüncelerini satıraralarına saklamak, gölgelemek zorunda kalmış, bu da ezoterik bir yazı geleneğini doğurmuştur. İbn Meymun da bu ezoterik geleneğe bağlıdır. Ancak, onun ezoterik yazısının, geleneksel otoritenin hizmetinde bulunan ve ortodoks Yahudiliğin akılcılığın karşısına çıkarttığı, gelenekleri savunan kabaladan farklı olduğunun da altını çizmek gerekiyor. Gershom Scholem'in de belirttiği gibi İbn Meymun ezoterik ve aynı zamanda akılcı felsefesini kavramlarla inşa etmişti. Kabalanın gizemciği simgelere dayanıyordu.
İbn Meymun, zulüm ve infazdan korunmak için ezoterik yazıya başvurmuş olsa da, 'Şaşırmışlar için Rehber'i Kuzey Fransa'da rabinci otoriteler lanetlediler, tanrıya küfür olduğunu söylediler.
Kitap, İbn Meymun'un ölümünden on üç yıl sonra, 1232'de Montpellier'de Yahudi cemaatinin ihbarı üzerine Hıristiyan otoriteler tarafından yakıldı.
İbn Meymun, Yunan felsefesiyle Yahudi inancını uzlaştırmaya, Atina ile Kudüs arasında köprü kurmaya çalışıyordu. Levinas'a göre o, bunu başarmış, Yunan bilgeliğiyle, Yahudiliği birleştirmişti. Leo Strauss, ise Platoncu düşüncenin temsilcisi olarak gördüğü İbn Meymun'a farklı yaklaşır. Leo Strauss'a göre felsefe ve dinin birleştirilmeye kalkışılması modern aklın ortadan kalkmasının, büyük bir tahribata uğramasının ana sebebidir. Leo Strauss öncelikle Hıristiyanlığın İslamiyet ve Yahudilikten önemli bir noktada farklılık gösterdiğine dikkat eder. Hıristiyanlıkta kutsal teoloji kapsamında açıklanır. İslamiyet ve Yahudilikte kutsal yasa olarak bildirilir. İşte bu, İslam ve Yahudi dünyasında felsefe ile dinin yakınlaşmasının, birleşmesinin önünü kesmiştir. Bunun çok olumlu bir sonucu İslam ve Yahudi dünyasında felsefenin el sürülmemiş, dokunulmamış olarak kalması, antik Yunan dünyasında olduğu gibi bağımsızlığını korumasıdır. Beri yandan, ortaçağda Hıristiyan teolojisinde vahiy ve felsefe kaynaşmıştı. Leo Strauss'a göre bu kaynaşmanın da olumlu bir etkisi olmuştur. Zira vahiy felsefeye neleri cevaplandırabileceğini, sınırlarının nereye kadar uzandığını ve nerede bittiğini göstermiştir. Filozof sorular sorar, ama vahiyin aksine mutlak cevaplar bulamaz. Felsefe ancak mutlakın alanı dışında cevaplar verebilir. İşte, söz konusu kaynaşma felsefeye bu sınırlarını işaret etmesi bakımından olumlu bir rol oynamıştır.
İkinci büyük savaş sonrasında modern akla yeniden bağlanmanın, akla yeniden değer vermenin imkânlarını araştıran Leo Strauss, İbn Meymun'un düşüncesinde akılcılığın ön planda olduğu, onun modern öncesi akılcılık ile modern akılcılık arasında bir köprü kurduğu görüşündedir. Leo Strauss'a göre İbn Meymun din ve felsefeyi hayati önemde iki canlı kaynak olarak görmüştü; fakat bunların uzlaştırılamaz olduklarını, evrensel yasalar ortaya koyma konusunda felsefenin kapasitesinin sınırlı olduğunu biliyordu.
İbn Meymun'un Tevrat ve diğer kutsal metin okumalarıyla Levinas'a uzanan bir geleneği başlattığı söylenebilir. Levinas bu geleneği Holokost sonrası modern dünyaya taşıdı. Derrida, 'Şiddet ve Metafizik' başlıklı metninde Levinas düşüncesindeki Yahudi ve Yunanlı arasındaki gerilime değinir, aslında bu ikisi arasındaki farkın belki de tarih olarak adlandırdığımız birliği oluşturduğunu da ekler. Söz konusu fark aynı zamanda filozof ve peygamberin birbirine bağlandığı bir dünya yaratır.
Felsefe ve din arasındaki ilişki sorunu sonuçta siyasal güçle ilgiliydi. Felsefenin dinden üstünlüğü görüşü, bu görüş temelindeki tartışmalar sivil hayatın dinsel otoriteden bağımsızlaşması, dinden bağımsız olarak örgütlenmesi süreci boyunca sürdü ve siyasal yönetimlerin sekülerleşmesine katkıda bulundu. Machiavelli hem siyasal gücün dinsel güç üzerinde üstünlüğünü savundu, hem de buna bağlı olarak filozof ile prens arasında seküler bir ittifakı öngördü. Modern devletin, modern kamu kurumlarının da oluşum sürecidir bu. Modern devletin belirleyici niteliği tam egemenliktir ve tam egemenliğin gerçekleşebilmesi için devletin öncelikle kilisenin bazı yetkilerini içine alması gerekiyordu. Ne ki, Sacerdoti'nin de belirttiği gibi, sivil hayatın dinsel otoriteden bağımsız olarak örgütlemesi sürecinde kutsallık atfetme, kutsama ortadan kalkmadı, sadece yer değiştirdi. Ritüeller kilise alanından kamusal alana taşındı. Bu kez seküler kurumlar kutsandı. On üçüncü yüzyıl sonundan on beşinci yüzyıla uzanan süreçte önce İtalyan şehir devletlerinde gözlemlenen bu gelişme yeni bir Avrupa düzeninin doğuşuna da işaret ediyordu.

Halil Turhanlı: Yazar, Açık Radyo programcısı

Yukarda söylediklerimizden anlaşılacağı gibi, felsefe ve din, birbirine karşıt iki düşünüş ve davranış biçimidir. İlkel dînlerde olduğu gibi gelişmiş dînlerde (Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık) de, inanç yani îman temeldir. Herhangi bir dini benimseyen kişi, evren (kâinat) ve insanoğlunun hayatı hakkında belli birtakım görüşleri ve yargıları (hükümleri) kabul etmiş; bunlara inanmış kimsedir. Başka bir deyişle, hakikatin kendisine verilmiş olduğunu ve hakikate sahip bulunduğunu sanan kimsedir; evreni ve insanoğlunu bu hükümler, bu dogmalar (naslar) açısından gören kimsedir. Dinde, «bu, acaba böyle midir?» diye sorulmaz. Çünkü dinde, her şeyin cevabı verilmiş ve inanç sahibi kimse, bu cevaplara inanmış; onları doğru diye bellemiş ve benimsemiştir. Evreni kim yaratmıştır? insanoğlu nereden ve nasıl türemiştir? İnsanoğlunun dünyadaki yeri, tanrı ve hemcinsleri ile ilişkileri nelerdir? İnsanoğlu mutluluğa nasıl ulaşabilir? «İyi» ve «kötü» nedir? Ölümden sonra ruhlarımız ne olacaktır? giibi sorulara, dinlerde (özellikle, gelişmiş dinlerde) inceden inceye cevap verilmiştir. Bunlar, her dinin kutsal kitabında ve din öğretisinde açıklanmıştır. Dindar kimse, bu sorulara verilecek cevapları hazır olan kimsedir. Oysa felsefe, bunlara ve bunlara benzer bütün öteki sorulara, mantığa ve akılgücüne dayanarak eovap vermeye çalışır. Hazırlop cevapların hiçbirini kabul edemez; dinleri, inançları, peşin hükümleri, gelenekleri sürekli olarak irdeler ve eleştirir, işte bundan ötürü, bu iki tavır, yani din ile felsefenin tavırları, birbirleriyle bağdaşması mümkün olmayan iki ayrı düşünce tarzıdır. Dinin, neden, nasıl ve ne için ortaya çıktığını ve neden ötürü etkili olduğunu felsefe araştırabilir ve açıklayabilir. Bu tür bir Inceleme, din felsefesinin konusunu teşkil eder. Ama din ve dinî düşünüş, felsefeyi kapsayamaz ve açıklayamaz. Dîn, felseye karşı, sadece, belirli bir tavır takınır. Felsefenin, «dinsizlik» olduğunu, insan aklının, tanrı ye evren hakkında bilgi edinemeyeceğini, felsefeyle uğraşmanın gereksiz ve beyhude bir çaba olduğunu söyler.

Dinsel denebilecek bilgi ile bilimsel veya felsefi bilgi arasında gerek kaynakları, gerek erekleri, gerekse yapıları bakımından büyük farklılıklar vardır. Aslına bakılırsa dinde, bilim ve felsefede anlaşıldığı anlamda bir bilgiden söz edilemeyeceği bile söylenebilir. Din “insan hayatını, insanın içinde bulunduğu evrenle belli ölçüde doyurucu ve anlamlı bir ilişkiye sokma çabası ve insani işlerin yürütülmesinde bilgelik sağlama girişimi”dir. Ama din bunu entelektüel bir plandan çok pratik ve duygusal bir planda gerçekleştirmeye çalışır. Daha basit bir deyişle din, insanın dünyayı bilme ihtiyacından çok, dünyaya ve onu idare eden ilkeye, Tanrı’ya, insan hayatının bir anlamı olduğuna inanma ihtiyacına karşılık verir. İnanma ve bilme arasında ise apaçık bir farklılık vardır: Bilinen bir şeye inanılmaz, o şey yalnızca bilinir. İnanılan bir şey ise bilinmez, daha doğrusu bilinme ihtiyacında değildir veya her hangi bir bilgi ile doğrulanmaya veya yanlışlanmaya ihtiyaç göstermez. Dinler kendilerine yönelen insanlardan “bilgi” istemezler çünkü, o “bilgi”yi zaten kendileri onlara verme iddiasındadırlar. İnsanlardan istedikleri verdikleri bu bilgiye, getirdikleri mesaja inanılması , iman edilmesidir. Zaten imanın değeri de son tahlilde burada yatar. Eğer bilmek iman etmenin veya inanmanın yerini tutabilseydi veya iman edilen şey aynı zamanda bilinmesi yapısal olarak mümkün bir şey olsaydı, o zaman dine gerek kalmaz, bir süre sonra inancın yerini bilgi alırdı. İman, insanın bir şey, bir varlık, bir değer hakkındaki bilgi eksikliğinden ötürü geçici bir süre için benimsenen ve bu konuda kesin, güvenilir bilgilere ulaşma imkanı doğduktan sonra yerini bu bilgiye terk eden bir zihin etkinliği veya bir ruh tasdiki değildir. Tersine bir şey, bir varlık, bir değer hakkında, bilgiden bağımsız olarak benimsenen ve her hangi bir karşı bilgi ile ortadan kaldırılması söz konusu olmayan çünkü insan ruhunun ayrı bir planına ait olan orijinal bir zihin etkinliği veya ruhsal - iradi bir tasdiktir. Bundan çıkacak en önemli sonuç bir şeye inanma veya imin etme ile bir şeyi bilme arasında, her zaman, asla dolmayacak olan bir aralığın bulunacağıdır. Buna rağmen dinlerin temel kavramları veya değerleri ile ilgili olarak bir bilgi değeri taşıyor gibi görünen ifadelerde bulundukları ve bizden zaman zaman onları “bilme”mizi istiyorlarmış gibi taleplerde bulundukları da bir olgudur.
Felsefenin konusu içersine giren bazı sorunlar dinin da konuları içersinde yer alır. Felsefe evreni ve inanı tanımak ister: “ Evren nasıl oluşmuştur? İnsan nereden ve nasıl türemiştir? , İnsanın varlık amacı nedir?” gibi sorular sorar ve bunlara yanıt arar. Aynı sorular dinlerde, özellikle gelişmiş dinlerde de sorulur. Nitekim tevrat’ta , İncil’de, Kur’an’da bu soruların yanıtlarını buluruz.
Ancak felsefe ile dinin bu sorulara yaklaşimi çok farklidir. Felsefe bu ve bunlara benzer sorulara akla, mantığa ve gerçeğe dayanarak çözmek ister. Verilen yanıtları irdeler, eleştirir ve bu yanıtlardan en uygun olanları seçer. Bilimler yeni doğrular elde edince yanıtlarını ve bu verilere göre yeniden gözden geçirir. Kısaca felsefe yanıtlarını akla ve bilimin verilerine dayandırmaya çalışır. Felsefenin temeli insan düşüncesidir.Felsefi bilgiler akla , mantiga ve ve özgür düşünceye dayanılarak elde edilir. Din ise ilahi temellere dayanır. Dini bilgiler vahiy yoluyla ve peygamberler aracılığı ile insanlara duyurulur.
dinsel bilgilerde dogmatiklik ön plandadır. Otoritelere kayıtsız şartsız inanmak söz konusudur. Felsefi bilgide ise tartismalar , eleştiri ve araştırma söz konusudur. ikisi de hakikatı tanımak ve tanıtmak ister.
din daha çok pratik amaçlı olup inanca dayanır, fakat felsefe teoriktir. Din, kuralları ile insanın yaşamını düzenler . felsefenin ise böyle bir amacı yoktur.


Ekleyen:Ali Durmaz
Kaynak:(Alıntıdır)
Aradığınız Dokümanı Bulamadıysanız, Farklı Araştırmalar Yapmak İstiyorsanız Site İçi Arama Yapabilirsiniz!

Ödev ve Araştırmalarınız için www.arsivbelge.com Sitesinde Kaynak Arayın:

Ödev ve Araştırmalarınız için Arama Yapın:
     Benzer Dokümanları İnceleyin
Sokrates ve Ahlak Anlayışı(5416)

Kötülük Problemi Hakkında(5410)

Platonun Felsefesi(5406)

Felsefe ve Delilik(5395)

Epiktetos - DÜŞÜNCELER ve SOHBETLER(5384)

          Tanıtım Yazıları
      
Türkçe İtalyanca ve Almanca Cümle Çevirisi İçin Birimçevir Sitesi

Esenyurt, Beylikdüzü ve Kartal Bölgelerinde Satılık Daire İlanları

Belge Çevirisi

Siz de Tanıtım Yazısı Yayınlamak İçin Tıklayın

Diğer Dökümanlarımızı görmek için: www.arsivbelge.com tıklayın.          

Siz de Yorum Yapmak İstiyorsanız Sayfanın Altındaki Formu Kullanarak Yorum Yazabilirsiniz!

Yorum Yaz          
Öncelikle Yandaki İşlemin Sonucunu Yazın: İşlemin Sonucunu Kutucuğa Yazınız!
Ad Soyad:
          
Yorumunuz site yönetimi tarafından onaylandıktan sonra yayınlanacaktır!